Viyana’da kalplerin fethi

Viyana, bizim için bir bakıma hüznün başşehridir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından gerçekleştirilen kuşatma; stratejik öneme sahip şehri savunmak için Hıristiyan âleminin birlik oluşu, ordunun yorulması ve nihayet Kırım Hanı Murat Giray’ın ihaneti neticesinde başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Merzifonlu’nun kellesini alan bu yenilgi aynı zamanda bir dönüm noktası oldu.

Avrupa’daki maddî cihadı Viyana kapılarında durdurulan Osmanlı, kaderin sevkiyle bu tarihten sonra çöküşe geçti. Yahya Kemal’in tabiriyle “akıncı cedlerimizin ihtirasla her yaz Batıya doğru yaptıkları koşu” bitti, İlây-ı kelimetullah dâvâsı ise bitmedi. Asırlar önce kalplerin fethiyle başlayan Avrupa maceramız, Bediüzzaman’ın tabiriyle maddî kılıçların kınına girmesiyle, yine manevî cihad şeklinde sürmekte.

Geçtiğimiz hafta sonu bir program vesilesiyle Viyana’da idik. Viyana yakınlarındaki Grunberg adlı dağ kasabasında hem oksijen depoladık, hem de hizmet enerjisi… Sadece, yanı başından akan ve Tuna’ya karışan ırmaktaki şelâlenin sesinin duyulduğu hizmet merkezimizde üç gün boyunca Almanya’nın güneyi ile Avusturya’nın çeşitli bölgelerinden gelen okuyucularımızla neşriyat hizmetlerimizi ve yayın prensiplerimizi konuştuk. Geziye birlikte iştirak ettiğimiz gazetemiz yazarı Lâtif Salihoğlu, kendisine ayrılan bölümlerde Risale-i Nur’un siyasî ve içtimaî ölçüleri üzerinde durdu. Konuşmasını, yaşanmış örneklerle zenginleştiren Salihoğlu, kafalarda tereddüt uyandıran bazı hususlara da soru-cevap faslında temas etti. Biz de neşriyat hizmetlerine ayırdığımız konuşmamızda Risale-i Nur’u matbuat lisanıyla konuşturma vazifesini üstlenmiş bulunan yayın organlarımızı anlattık. Yayın prensiplerimizden detaylıca söz ettik. Başyazarı Bediüzzaman olan ve günlük bir lâhika mektubu hüviyeti taşıyan gazetemiz, Risale-i Nur’un mesajını farklı seviye ve yaş gruplarına ulaştırma görevi üstlenen dergilerimiz ve yine Nurları izah ve şerh sadedinde yayınlanan kitaplarımıza sahip çıkmanın kendileri ve hizmetlerimiz adına taşıdığı önemi vurguladık. Haftalık Yeni Asya International ile olayları takibe çalışan gurbetçilerimize, özellikle dergi ve kitaplarımızı yakın takibe almalarını tavsiye ettik. Şevk alıp, şevk vermeye çalıştığımız program bir çok bakımdan bizim açımızdan verimli geçti.

Alp Dağları’nın doğusunda bulunan bölgede fırsat buldukça gezi ve yürüyüşler de yaptık. Tuna Nehri kıyılarında ecdadı yâd ettik, suyundan avuçladık. Çevreyi gözlemledik. Bir kere çok temiz bir havası var. Bunda Alplerin eteğinde bulunmasının elbette etkisi büyük. Ancak, bunun yanı sıra kullanılan yakıt türleri de havayı kirletecek cinsten değil. Yerler de tertemiz. Belli ki imanın gereklerinden biri olan temizlik hasleti buralarda fazlasıyla carî… Herşey çok düzenli. Öylesine ki, bu düzenlilik bize fazla “sıkıcı” bile geldi. İstanbul’da bizi ürküten insan selinden eser yok. Yollarda tek tük insan görebiliyorsunuz. Bu, Viyana’nın merkezinde de farklı değildi. Hem gidişte, hem gelişte İstanbul-Yeşilköy Havaalanı’nda karşılaştığımız kalabalıkla karşılaştırıldığında buralar sanki insansızlaştırılmış bir görünüm arz ediyor.

Her yerde tam hürriyet havası hâkim. Lâtif Beyin tesbitiyle sanki hayvanlar da bundan nasibini almış. Yanınıza korkmadan yaklaşan kuşlar, zirveleri karlı Alp Dağları’nın eteğinde muhteşem bir manzara oluşturan gölde yüzen zarif boyunlu kuğular, yeşil başlı ördekler bile hürriyet ikliminden doyasıya faydalanıyor gibiler.
Viyana Kuşatması sırasında Kara Mustafa Paşa’nın otağını kurduğu Kahlenberg tepesi yerli-yabancı turistlerin gözde mekânı. Osmanlı Ordusu’nun çekilmesiyle birlikte, belki de kendi adlarına bir “şükür nişanesi” olarak en zirvede bir kilise inşa edilmiş… Kilisenin dış duvarlarından birinde yer alan bir levhadaki yazı ise oldukça manidar: “1683 yılında Türkleri buradan püskürttük.”

Tepede iki kişinin büstü var: Biri Osmanlı kuşatması sırasında 25 binlik ordusuyla kendilerine yardıma gelen Jan Sobieski, diğeri ise bu kiliseyi ziyaret etmiş bulunan Papa II. John Paul. Sobieski’nin ismi, kilisenin önündeki kafede de yaşatılıyor. Viyana’nın kuşbakışı görülebildiği bu kafeyi işletenin de bir Türk olması çok anlamlıydı…

Evet, püskürttüklerini zannettikleri Müslüman Türkler aslında Viyana’yı yeniden fakat başka şekilde kuşatmışlar. Camiler canlı, hizmetler aktif. Ancak yabancılara özellikle de Türklere karşı ayrımcılık had safhada imiş. Linz şehrinde bulunan Diyanet’e bağlı bir cami yetkilisi bize işyerlerinde, sokakta, okulda kendilerine hiç de iyi gözle bakılmadığını anlattı. Linz’in, Hitler’in doğduğu yer olmasının da bunda etkili olduğunu belirten yetkiliye göre Avusturyalılar Viyana Kuşatması’nı ve verdikleri kayıpları hâlâ unutamamışlar.

Grunberg bölgesindeki hizmet erlerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Burada çoğunluğu Trabzonlu ve uzak yakın birbirlerinin akrabası olan bir sülâle; ihlâs, tesanüt, fedakârlık ve gayretle hizmetleri omuzlamış. İşçi göçü ile gelmiş bu kardeşlerimiz, yıllardır Avusturya’da eğitimcilik yapan yazarımız Mikail Yaprak’la da yakın teşrik-i mesai içindeler. Türkiye’den himmet sahibi ağabey ve kardeşlerin de destekleri ile mülkiyeti kendilerine ait bir yer alıp, baştan başa elden geçirmişler. İhlâs Risalesi’nde anlatıldığı gibi kimi fayans, kimi parke döşemiş, kimi pencere takmış, kimi boya yapmış sonunda iki katlı güzel bir hizmet merkezine sahip olmuşlar. Allah hizmetlerini daim eylesin.

Yazımızı Üstadın Sünûhat adlı eserinde Avrupa’nın terakkisinin sebepleri ile ilgili yapmış olduğu enfes tesbitlerle noktalayalım. Üstad, Avrupa’nın yukarı, bizim ise aşağıya doğru gidişimizin sebeplerini tahlil ederken, bunu biri maddî, diğeri manevî iki sebebe bağlar. Maddî olarak Avrupa’nın coğrafî ve fıtrî özelliklerinin avantajlarına, “dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir” ifadeleriyle işaret eder. Manevî sebep olarak ise, Hıristiyanlık taassubunun ve medeniyet anlayışının Avrupalılara bir nokta-i istinad olmasını gösterir. Ve “Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir.” tesbitiyle son noktayı koyar.

Karlı bir Viyana akşamında, uçağımız gecikmeli olarak havalanırken biz de bu tesbit, ve teşhisi yeniden hatırladık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*