Vücud / varlık çeşitleri

Varlıkları üç kısma ayırmak mümkündür:

1- Vacib’ül Vücud: Ezelî ve Ebedî olan yani, başlangıcı ve nihayeti olmayan varlık ki!.. Bu yalnızca, Allah’tır. Yani, varlığı vacip olan, gerekli olan, kendi kendine hep var olan, başkası tarafından yaratılmayan. Varlığı zarurî ve zatî olan; varlığı başkasının varlığına bağlı olmayan, varlığı kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah.

“Vacib-ul Vücud, Vücud-u Vacib: İkisi de aynı anlama gelmektedir. Yani vücudu olmamak düşünülemez. Bir kitap varsa, kâtibinin de vücudu mutlaka vardır, denkleminden yola çıkılarak, kâinat varsa Allah mutlaka vardır. Aksi düşünülemeyen, demektir.”

“Vâcib-ül vücud; vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak, Vâcib-ül Vücuddur, yâni; o’nun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir. Zevali muhaldir. Tabakat-ı vücudun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücud O’nun vücuduna nisbeten gayet zayıf bir gölge hükmündedir. (bak: kıyam-ı binefsihî, vücud)”

“Vâcib (Allah’ın Zâtı) âlem-i mümkinat (Zât’ından gayrısı) arasında da caridir. Çünkü mümkinatın vücudu, Vâcib’in nurundan bir gölge olduğu cihetle vehmî bir mertebededir. Vâcib’in emriyle (bu emir, vahiyden tabiat kanunlarına, atom altı âlemlerine pek çok tenzili içerir bir küllî iradeyi ifade eder) vücud-u hariciyeye girer. Sabit ve müstekar (kararlı) kalır. Demek mümkinatın vücudu bizzat hakikî bir vücud-u haricî olmadığı gibi, vehmî veya zâil bir zıll de değildir. (yani bu bir gölge oyunu değil, ancak oyun ve oyuncular kendi başlarına da var değil; rahmetle varlığını beslemek zorunda). Ancak, Vâcib-ül Vücud’un icadıyla bir vücud” turlar.

2- Mümkün-ül-vücûd: Varlığı mümkün olan, Ezelî ve Ebedî olmayan yani, başlangıcı ve sonu olan varlıklardır. Yedi gökte ve yeryüzünde yani, kâinatta bulunan bütün varlıklar bu kısma girerler. Yer ve gökler ile buralarda bulunan insan, cin ve melek namına ne ve kimler varsa hepsi fanidir, bunlar yok olup gideceklerdir.

3- Mümteni’ül vücud: İmkânsız, Varlığı aklen düşünülmeyen şey,” varlığı hiçbir şekilde mümkün olmayan.”

Mümteni, “varlığı imkânsız olan” demektir. Buna örnek olarak, genellikle, şerikler verilir. Yani Allah’ın şeriki olması muhaldir ve şeriklerin varlığı mümteni grubuna girer.

Varlık sahasına çıkması mümkün olmayan ne kadar şey, hâdise, fiil, sıfat ve hal var ise bunların hepsi “mümteni” sınıfındadır. Vacip ve mümkin olmayanlar hep mümtenidirler.

Meselâ: Bir harfin kâtipsiz olarak yazılması mümkün değildir. Yani imkân âleminde kâtipsiz bir yazının yeri yoktur. Bir harfin kâtipsiz yazılmasının vacip olduğu söylenemeyeceğine göre, geriye bir tek şık kalıyor, mümteni olmak.

Mevcudatın bir kısmı insanlar tarafından açık olarak bilinmekle birlikte, bu varlıkların mahiyetleri bilenememektedir. Çünkü “Mevcudâtın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul. İşte şu cüz-i ihtiyarî öyleler sırasına girebilir. Her şey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.” Cüz-i ihtiyari’den başka, meselâ, akıl, iman, şuur, acımak, şefkat, ağrı, sevinç vb. varlığından emin olduğumuz, ama mahiyetini tam olarak bilemediğimiz varlıklardır.

M.Fahri Utkan

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*