Washington‘dan Arap baharına bakış…

Batının desteklediği Libya muhalefetini organize ettiği iddia edilen Büyükelçinin öldürülmesi, kanaatimizce “baharın yeni yüzünü” ortaya koydu.

Arkalarındaki malî destekle hadiseyi Libya’daki Selefilere yıkmaya çalışan neoconları ne Beyaz Saray tasdik etti ve ne de hadiseyi dikkatlice takip eden gözlemciler. Programı gereği Trablusgarp’ta olması gereken Büyükelçiyi Bingazi’ye kimler getirdi? Güya saklandığı evi sokaktaki anarşist ve isyancılara kimler haber verdi? Ölümü gerçekleşene kadar Amerikalılar neden saldırıdan haberdar edilmedi? Sokaktaki serseri “İslâmcı”lar (!) Büyükelçiyi öldürttükten sonra, Libyalılar tarafından Bingazi’den uzaklaştırılmışlarmış! Amerikalı diplomatların nasıl korunduğunu bilen çevreler Bingazi’deki trajediyi gördüklerinde olaya neoconların yaklaştıkları gibi yaklaşmıyorlar.

İstifhamlar veya sorular zinciri… Amerika’da absürd bir senaryo ile Christopher Steven’ın sokakça öldürülmesine inanmak hayli zor. Filme katkıda bulunan mücrimlerden Stephan Klein’ın yaklaşımı ilginç. İslâmiyete “kanser” diyen bu herifin Hillary’ye “Diplomatını koruyamadı” suçlaması BOP’çuların Wikileaks’ten bu yana giderek öfkeye dönüşen Hillary karşıtlığını ortaya koyuyor. Condoleezza Rice ile şaha kalkan savaş lobisi ve Troçkiciler demokratların devrimlerini engellediklerini çeşitli vesilelerle söylüyorlar. Pentagon’daki ağırlıkları ve Dışişlerindeki siyonist diplomatların ihanetleri Hillary’yi zaman zaman büyük sıkıntılara düşürüyor. Doğrusu 11 Eylül’cülerin devletteki ağırlıkları Hillary’yi neoconlara karşı “çekingen” pozisyonlara itti ve itiyor. Bu arada insaniyet karşıtı Rasmussen’in NATO Sekreterliği de neoconlara cesaret veriyor. Libya işgalinde Rasmussen’e minnettarlıklarını gizlemiyorlar. Bazı çevreler büyükelçi Christopher’ın konuşmamak üzere susturulduğunu yazıyorlar. Wikileaks’ten çok önce buralarda çalışmış Steven Arapçayı fevkalâde biliyor. Arap baharının bilemediğimiz bütün resim ve bilgilerine sahip Büyükelçiyi susturanlar, baharı ve takip eden felâketleri Araplara mal edeceklerdi. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi.

Devrimi hızlandırmak için ellerinden gelen herşeyi yapan neoconların Müslümanları tahrik etmeleri, demode planlarını tedai ettiriyor gibi. Salman Rüşdi’den Teslime Nesrin’e kadar… Karikatüristlerden Amerika’daki -sözde- rahibin Kur’ân yakma senaryosuna kadar… Afganistan’da NATO üstündeki Kur’ân yakma girişimi, Hollandalı Wilders’in fitne filmi ve nihayet şu filme kadar yapılan tahriklerin aynı çevrelerce hazırlandığına hem Batılılar ve hem de Müslümanlar tam manasıyla inandılar… Fakat İslâm coğrafyasındaki cehalet, geri kalmışlık, fukaralık ve bu unsurlardan istifade eden oradaki ajanlar, Müslümanları sokağa çekiyorlar. Fransa Dışişleri Bakanının, Putin’in, Clinton’ın, Obama’nın ve Papa’nın filmi nefretle kınamaları ve Müslümanları itidale çağırmaları Batının oyunun farkında olduğunu gösteriyor.

Global fitneciler yalnızca BOP’ta çalışmıyorlar. Uzakdoğu’da, gözlerden ırak bir şekilde hazırlanan fitneyi Amerikan yönetimi bizden daha iyi görüyor. Obama’nın neoconların işgal ettikleri İslâm coğrafyasından çekilip Çin’e ve Japonya’ya yönelmesi reel Amerikan politikasının gereği değil mi? Küresel sermayenin 20 seneye yakındır Avrupa’nın da servetini Çin’e taşımasının ardından bu fitneyi beklemek gayet normal sayılmalı. Çin ile Japonya arasında artan husûmet, Japonya’nın müttefiki Güney Kore ile sıkıntıya düşmesi ve Çin halkının “tüketim”le uyanışı yalnızca Uzakdoğu’nun problemleri değil. Meşhur sermayedarların ticareti doğuya aktarma teşebbüsleri ufukta hepimizi alâkadar edecek fırtınayı haber veriyor.

Hillary’nin Mısır’daki aktivistleri deşifre etmesi El Kaide’nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Suriye’ye saldırdığını deklare etmesi ve Suriye’nin çöküşüyle ortaya çıkacak felâkette bugünlerden daha çok insanın öleceğini söylemesi dikkat çekici değil mi?

İslâmiyet’i çizgileriyle tahkir ve tezyif ederek global dinsizlere destek veren Charlie Itebdo dergisinin editörü maksadını gizlemiyor. Stephan Charbonnier Müslümanları da Katolikler gibi tepkisiz ve duygusuz hale getirene kadar kutsallarına saldıracağını açıkça söylüyor. Yani 1900’lerdeki  ”din karşıtı” Freudçuların savunduğu “bütün otoriteleri yıkma” düşüncesinin günümüzdeki temsilcisi olduğunu gizlemiyor. Neocon ve neoliberallerden aldığı ihaleyi Paris’te “fikir hürriyeti” perdesinde gerçekleştirmeye çalışırken Amerika, Almanya, Rusya ve Danimarka’daki yoldaşlarıyla ittifak içinde olduğunu da ihsas ediyor.

NETİCE

Tahripkâr neoconların global ittifaklarına karşı Obama hükümetinin yetersizliği her haliyle görülüyor. Julian Asange’nin yargılanmak üzere Amerika’ya götürülmemesi, dünya barışında önemli rol oynayan Norveç’i cezalandıran Breivik’e verilen gülünç ceza, Suriye katliâmını şiddetlendirmek üzere muhaliflere Türkiye’den sağlanan destek ve nihayet Türkiye’yi karıştırmak üzere PKK meselesi altında harekete geçirilen terörden anlıyoruz ki, 11 Eylülcülerin tahribatları hâlâ devam ediyor. Neoconların işini maalesef dünya siyasetini doğru okuyamayan Müslümanlar da kolaylaştırıyor. Bunun en bariz örneği AKP hükümetinin başta Barzani olmak üzere birtakım neocon bağlantılı politikacılara hüsnüzanla bakması değil mi? Hillary’nin en önemli dezavantajlarından birisi Sarkozy ve Merkel gibi neocon kökenli siyasetçilerin AB’de çıkardıkları kaos ve kargaşa idi. Avrupa Birliği de bugünkü mücadelede maalesef misyonunu icra edemedi.

Ama Papa’nın Şam-ı Şerif’e en yakın noktaya kadar (Lübnan) gidip oradan dindaşlarına seslenmesi ile paralel olarak Avrupa’nın mevcut siyasetçilerinin ekserisinin demokratlara yönelik nefret ve katliâmları kınamaları, herşeye rağmen maddî ve manevî yardımların gelmekte olduğunu gösteriyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*