Yakın tarih içinde bir hak ve hürriyet cinayeti: Bediüzzaman’ı zehirleme olayı

Yakın tarih içinde ülkemizde bir çok yürek parçalayıcı, antidemokratik olaylar yaşanmıştır.

Adaleti, insan hak ve hürriyetlerini yerle bir eden bu acı hadiselerden birisi de “Bediüzzaman’ı zehirleme olayı”dır.

Evet; telif ettiği Risale-i Nur eserleriyle milyonlarca insanın imanını kurtarmaya vesile olan, milletin birlik ve beraberliğinin temini için gayret eden, cemiyet hayatının maddî-manevî huzurunun tesisi istikametin çalışan, aynı zamanda Milli Mücadele yıllarında verdiği muhteşem ve muazzam mücadelesiyle büyük kahramanlıklar da gösteren, ülkemizin medar-ı iftiharı Bediüzzaman Hazretleri, ne yazık ki, yakın tarih içinde daima takip, tarassut, hapis, sürgün ve zehirlemeler gibi olumsuzluklarla zulme ve su-i kasta maruz bırakılmıştır.

Yakın tarih dediğimiz, hâlâ üzerindeki sır perdelerinin tam anlamıyla kaldırılamadığı bir zaman diliminde vuku bulan bu “Bediüzzaman’ı zehirleme olayları”na paragraf açarken, konuyla ilgili bazı yazılı kaynaklara müracaat edelim.

KAÇ DEFA ZEHİRLENDİ?

Üstad Bediüzzaman’ın, toplam yirmi bir, bazı kaynaklara göre on dokuz defa zehirlendiği belirtilmektedir. Gerçek olan, Bediüzzaman hazretlerinin hayatında defalarca zehirlendiğidir.

Bu hususta, ‘Bediüzzaman araştırmalarıyla’ da tanınan Abdülkadir Badıllı’nın, Üstadın “Mufassal Tarihçe-i Hayatı”nda yazdıklarını şöyle okumaktayız:

“Hazret-i Üstâd 1950 yılı içinde onbeşinci defa zehirlendirilmesinden başka; 1952, 1953, 1954 ve dahası vefatına kadar resmî yazılarında ondokuz defayı, fakat şifahî sohbetlerinde yirmi bir defayı bulan zehirlendirilmeleri olmuştur. Lahika mektuplarında geçen 1950’ye kadarki bu on beşinci defaya ek olarak, altı defa daha, Üstâd’ın şifahî sohbetlerinde bu sabit olan zehir hadiselerinin belki tek tek zamanını ve keyfiyetini tesbit etmek mümkin olmayacaktır. Bu altı defaki son zehirlenmelerin, Üstâd’ın ifadelerinde üç dört tanesi sarih geçmektedir. Diğerleri ise zaman ve keyfiyet itibarıyla belli değildirler.” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, s. 1670)

IZTIRAPLI GÜNLER

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hayatına son vermek adına defalarca zehirlemelerinden birisi de 1942 yılında Denizli hapsi öncesi ve sonrasında cereyan eder. Bu yıllardaki zehirlenme hadisesini kendi beyanlarında görmek mümkündür. Risale-i Nur Külliyat’ından Tarihçe-i Hayat adlı eserde konuyla ilgili şunları okumaktayız:

“Ramazan-ı Şeriften bir gün evvel, gizli zındık düşmanlarım tarafından verildiğine kuvvetli ihtimal verdiğimiz—doktorun tasdikiyle—bir zehirin hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeye başlamış iken, Kastamonu’da adliye müdde-i umûmileri ve taharrî komiserleri, menzilimi taharrî etmeye geldiler.” (Tarihçe-i Hayat, s. 368)

ŞAHİTLERDEN DR. TAHİR BARÇIN ANLATIYOR

Bediüzzaman’ı zehirleme hadiselerine ya bizzat veya Üstadın konuyla ilgili ifadelerine şahit olanların hatıraları mevcuttur. Üstadı zehirleme hadiseleriyle ilgili beyanlara hatıralarında yer verenlerden birisi, Üstadın Emirdağ hayatında hükümet tabipliği yapan ve aynı zamanda Üstadın sağlık durumuyla da yakînen alâkadar olan Dr. Tahir Barçın beydir. “Bediüzzaman’ı çeşitli zamanlarda zehirlediler” diyen Dr. Barçın, bir hatırasında şöyle diyor:

“Eskişehir hapsinde de tifo aşısı diye sol meme üzerinden zehir şırınga ediyorlar. Vücut zehiri tecrit ediyor. Orası sertleşmiş kalmıştı. Zamanla zehir yavaş yavaş balmumu şeklini almış, bir defasında da kopmuştu. Parçasını ayırmış, saklamış. Bir gün ziyaretine gittiğimde, ‘Bak’ dedi. O parçayı sol göğsünün üzerinde çukurluğa koyuyor. Tam oraya uyuyor. Zehirlediklerini ispat ediyor. Her şeyi ispatlı, ispatsız bir şeyi yok. Uydurma değil… Halbuki deri altında her şey kana karışır. O karışmamış, sertleşmiş kalmış. Cenabı-ı Hak muhafaza ediyor.” (B.T.B. Said Nursî, N. Şahiner, Temmuz-2005, s. 368)

AHMET NAZİF ÇELEBİ’NİN HATIRASI

Bediüzzaman’ı zehirledikleri ile ilgili bir hatırayı da Abdülkadir Badıllı’ya, son şahitlerden İnebolu Nur kahramanı ve Üstadla Afyon zindanlarında birlikte bulunan Ahmet Nazif Çelebi anlatmıştır.

Bu hatırayı, Çelebi’nin bizzat kendisine anlattığını yazan Abdülkadir Badıllı’nın Mufassal Tarihçe-i Hayat’ında şöyle okumaktayız:

“Afyon hapsinde bir gün bir fırsatta Üstâd’ın koğuşuna girebildim. O sıra Üstâd’ı zehirlemişlerdi. Kışın da en soğuk günleriydi. Yüzüne baktım, adeta simsiyah kesilmiş, dudakları çatlamış, ateşler içinde kıvranmaktaydı. İhtiyarlık ve çok fazla zafiyetiyle beraber, o ağır zehirlenmeden mütevellid çok perişan, odasında kimsesiz, yalnız, hizmetçisiz bulunduruluyordu. Üstâd Hazretleri beni görünce ağlamaya başladı. Ben de ağladım. İkimiz bir müddet ağladık. Dedi: ‘Kardeşim, ben çok perişan bir durumdayım. Seni Allah gönderdi..’ Sağını solunu aceleden düzelttim, etrafını süpürüp temizledim. Zaruri ihtiyaçlarını gördüm ve çıktım.”

(Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdülkadir Badıllı, 3. Cilt, 1285)
***
Yakın tarih içinde cereyan eden bu acı, ıztırap dolu cinayetleri okumak insanı kahrediyor değil mi?
Tuh olsun o devrin zalimlerine!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*