Yalanın zehiri yılanın zehirinden keskindir

Doksan dokuz köyden kovulsam şayet,
Dilimi yalana eyleme âlet.
Ya Rab Sana sığınırım yalandan.
Ya hakkı söylet, ya dilimi lâl et.
A.Y.

Her gün ağzımızdan binlerce kelime çıkıyor. Günde 4-5 saatimizi konuşmakla geçiriyoruz. Kalbimizden çıkan, dilimizde şekillenen ve dudaklarımızdan dökülen bu kelimeleri bir doğruluk eleğinden geçirsek, acaba kaç tanesi bu eleğin üzerinde kalacaktır? Kaç tanesi de yalan söz olarak eleğin altına düşecektir?

Yalan kelimesi bizim inanç ve kültürümüzde çok kötü ve çirkin olarak bilindiği için, eskiler yalan yerine, bu kelimenin çirkinliğini biraz olsun örtmek için olsa gerek, “hilâf-ı hakikat” kelimesini kullanmışlar. Ama isimlerin değişmesiyle hakikatlerin değişmediği gibi, kelimelerin değişmesiyle de yalanın mahiyeti değişmiyor. Yalan hangi libası giyerse giysin, hangi renge boyanırsa boyansın, çirkindir, kötüdür, pistir.

Yalan, insanlar arasındaki güven duygusunu ortadan kaldırır. Toplumda huzursuzluğun, endişenin ve kaygıların kaynağı haline gelir. Dalkavukluğa, riyakârlığa ve ikiyüzlülüğe sebep olur. En büyük zararı da, yalan söyleyen kişiye verir. Zira yalan söyleyen kişi kendisine olan saygısını kaybeder. Kısacası, yalan hem şahsî hayatı, hem sosyal hayatı, hem de ahiret hayatını felç eden bir zehirdir.

Yalanın zehri yılanın zehrinden daha tehlikelidir. O yüzden, “Yılandan korkmam, yalandan korkarım” sözü, atasözü olarak halkın diline yerleşmiştir. Yılan belki bir insanı zehirler. Zehri çok keskin ise, soktuğu insanı öldürür. Ama yalan söyleyen bir insanın dilinden dökülen zehir, toplumun bünyesini zehirler. Yalancının da ebedî hayatını tehlikeye atar. Kaldı ki, zehirsiz yılan çoktur, ama zehirsiz bir yalan yoktur.

Yalanın nasıl bir zehir olduğunu, Bediüzzaman Hazretleri İşârâtü’l-İ’câz adlı eserinde şöyle izah ediyor: “Münafıkların azaplarının, mezkûr cinayetleri arasında yalnız kizb ile vasıflandırılması, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir.” (İşarâtül-İ’câz, s. 152)

Ne var ki, bu kadar tehlikeli ve zehirli olan “hilâf-ı hakikat” sözler, insanların dilinden bol miktarda dökülmektedir. Hemen hepimiz her gün pek çok yalanlarla karşılaşıyoruz. Belki kendi ağzımızdan da pek çok yalan sözler çıkıyor. Maalesef yalan söylemek, bugün hayatın bir gerçeği haline gelmiş bulunuyor. Verdiğimiz bir sözü yerine getiremediğimiz zaman, hemen bir bahane uyduruyoruz. Bir toplantıya geç kalsak, sebebini bir yalana bina ediyoruz. Verdiğimiz randevuya gidemediğimiz zaman, hemen bir yalan uyduruveriyoruz. Bir zarardan kurtulmak, bir menfaat elde etmek, bir kusuru örtmek için de ilk başvurulan yöntem, yalan söylemek oluyor.

Çok özel durumlar için eskiden muvakkaten verilen fetvalara dayanarak bugün de bazı yerlerde yalan ifadelerin kullanılabileceği söyleniyor. Ama Bediüzzaman Hazretleri, son müceddid ve fetva makamı olarak o kapıyı kapatıyor: “Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.” (Hutbe-i Şamiye, 3. Kelime)

Yalana bir takım isimler ve renkler vererek onu masum göstermek de doğru değildir. “Beyaz yalan, masum yalan” gibi sıfatlar, onu aklamaya yetmez. Zira ağızdan çıkan bir söz ya doğrudur, ya da yalandır. Yani ya beyazdır, ya siyahtır. Bunun ortası ve gri tonları yoktur. Zaten yalanın rengi hiçbir zaman beyaz olmaz. O her zaman siyahtır. Küçük yalanlar kalpteki küçük siyah noktalar gibidir. Zamanla çoğalır ve bütün kalbi kaplayacak hale gelebilir. Söyleyenin kalbini de, yüzünü de karartır. Hem küçük yalanlar büyük yalanların mukaddimesidir.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuda da son sözü söylüyor: “Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyetin esası, sıdktır.“ (İşarâtü’l-İ’caz, s. 153). Demek ki üçüncü bir yol yoktur.

İnsanın fıtratı doğruluk üzerine yaratılmıştır. Doğruyu söylemek, doğru hareket etmek ve doğru düşünmek üzere tasarlanmıştır. Yalan sözler ve yanlış davranışlar ise, gayrı fıtrîdir. Onun için insan yalan söylerken zorlanır. Bedeninde bir takım anormal aktiviteler ortaya çıkar. Heyecanlanır ve yüzü kızarır. Yani bozulmamış fıtratlar için, yalan söylemek doğruyu söylemekten çok daha zordur.

“Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münâzaralı bir dâvâda hicabsız, pervâsız, küçük fakat hacâletâver bir yalanı, düşmanları yanında, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.” (19. Söz, 9. Reşha)

Yalan bu kadar kötü, çirkin, zararlı ve zahmetli olduğuna göre, kendimizi ondan nasıl koruyacağız? Bu sorunun en makul cevabı, “fıtrata uygun hareket etmekle” olmalıdır. Yalan söylemek fıtrata muhalif olduğuna göre, yalandan korunmanın en emin yolu, fıtratı muhafaza etmektir. Yaratılış gayesini iyi bilmek, “Neciyim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” suallerinin cevabını bulmak ve ona göre hayatı tanzim etmek gerekmektedir.
“Her söylediğin doğru olmalı, ama her doğruyu söylemek doğru değildir” kaidesini rehber edinmek de yalandan korunmanın önemli yollarından birisidir.

Bir başka önemli husus da, az konuşmaktır. Atalarımız “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz” demişler. Böyle bir genelleme belki, tam olarak doğruyu yansıtmaz, ama doğruluk payı yüksek bir tesbittir. Çok sözde yalan ve yanlış olma ihtimali de çok olur. İnsan ne kadar az konuşursa, o kadar az hata yapar. Yalan söz sarf etme ihtimali de o kadar azalır.

Her zaman doğruyu söylemek mümkün olmayabilir, ama susmak her zaman mümkündür.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*