Yarın bir başka meşhur daha ölecek!

Evet yarın, belki de bu gece, bir meşhur daha ölecek! Ama bu kimdir, ne zaman olur, onu Allah bilir. Gerek dünyamızda, gerekse memleketimizde her gün binlerce insan ölüyor, fakat ne hikmetse bu, fazlaca bir dikkat çekmiyor. Zaten Avrupa ve ABD zalimleri ile Asya münafıklarının hebâen, boş yere öldürdükleri zavallı Müslümanları neredeyse hiç sayan bile yok. Çünkü artık öyle alışkanlık haline gelmiş ki, sanki ölmek çok kolaymış gibi, o zavallı insanların boş yere ölmesi âdiyattan, sıradan bir iş olmuş.

Ama bunun yanında, meşhur biri ölse, hemen herkesin ilgisini çekiyor ve birçok nazar, o tarafa yöneliyor. İşte Türkiye’de de, son günlerde peş peşe ölen meşhur insanların ölümü buna bir misâldir. Onlar öldüğü zaman âdeta kıyamet kopuyor (aslında küçük kıyametleri kopuyor tabiî), yer yerinden oynuyor. Feveranı koparıyorlar. ”Ne güzeldik yahu! Bu ölüm de nereden çıktı? Ağzımızın tadını bozdu” diyorlar sanki. Güya ölüm başkaları için yaratılmış, meşhur olan insanlar bu dünyada ebedî kalacak gibi. Nerede yazıyorsa veya gerçekleşiyorsa böyle bir şey?

Aslında yok öyle bir şey! Hani “Külli nefsin zâikatü’l-mevt” âyetinin bir meâli olarak “Her canlı ölümü tadacaktır” ibaresi Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısına yazıldı diye ortalığı velveleye vererek, “Ağzımızın tadını kaçırmayın, bize ölümü hatırlatmayın!” diyenlerin zavallılığından başka bir şey değildir bu.

Hâlbuki hayatı, ölüm gerçeğini bir bilseler, ne dünyayı kendilerine zindan ederler, ne de dünyayı, kendi ahiret zindanlarının hazırlandığı bir yer yaparlar. Ölüm de, hayat gibi yaratılmış bir mahlûktur. Başımızı deve kuşu gibi kuma sokmayıp, at gözlüğü takmayıp, gerçeklerle bir yüz yüze gelsek, belki hayatta, ölüm de bize acı gelmeyecek. Dünyada işi tıkırında giderken, birden işlerinde küçük bir aksama olunca, adeta dünyası başına yıkılan, düne kadar yalancı bir cenneti olan, dünyası kararan ve bu dünyadan bıkarak ölümden medet umarak, hayatına intihar günahıyla son verip, orada rahat edeceğini sanıp, orada da işin gerçek yönüyle yüz yüze gelince, belki “Eyvah!” diyecek, belki de “N’olaydı, keşke toprak olaydım da, bu hâlleri, bu azabı görmeyeydim” diyecek, ama çoktan işi işten geçmiş olacak.
Dünyanın her türlü işini iyi bilip, ahirete ait olanları es geçenler, bir gün gerçekle karşılaşınca düşecekleri vaziyete giriftar olmadan kendilerine gelse, ölümün, ölüm hakikatinin gerçeğini bir öğrenseler, hem burada hem orada rahat edeceklerdir.

Okullarda niye okuruz? İstikbalimizi güzel bir şekilde temin etmek ve iyi bir hayat yaşamak için değil mi? Ama biz okulda, onun esas gayesi olan okuyup, öğrenmek, çalışmak yerine, “vur patlasın- çal oynasın” havasına girip, derslerimize çalışmazsak, her halde okulun arka kapısından mezun olur, kendi elimizle istikbalimizi karartmış oluruz. İşte aynen dünya hayatı da onun gibidir. Dünya okulunda okuyup, onun tarlasında ekeceğiz ki, ahiret yurdunun istikbalini kazanalım, burada ektiğimiz tohumların orada meyvelerini yiyelim.

Aslında bu anlattıklarımızı öğrenmek zor bir iş değildir. Hani yan yana oturmuş iki adam, İstanbul’dan otobüse binmiş Ankara’ya doğru gidiyor. Birisi çok gidip geldiği için her şeyi, her yeri, nerede mola verip, kalkacaklarını gayet iyi biliyor, onun için de rahat ve huzurlu bir seyahat yapıyor. Diğeri ise, İstanbul’dan o tarafa doğru ilk defa gideceği için hiç bilmiyor ve yabancılık çekiyor. İki de bir yerinden ayağa kalkıp, sağa sola bakarak yanındakine; “Nereye geldik, nereye gidiyoruz, daha ne kadar yolumuz var?” gibi sorular soruyor. Hâlbuki o da bu yola daha önce gelseydi veya yolun usûlünü öğrenseydi, böyle sormayacaktı. İşte bu misâl gibi, dünya ve ahiret gerçeğini bilen insanların “hayat da hoş, ölüm de hoş” dediklerini kavrayabilseler, ne ölümden korkarlar, ne de telâşa kapılıp hayatlarını zindan ederler. Tabiî, bizim bu gibi insanlara tavsiye edeceğimiz en güzel yol gösterici ve ölümün mahiyetini öğretici ve ölümden korkmamanın yollarını bildirici olan Kur’ân ve onun bu asırdaki en güzel tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı’nı okumaktır. Bakın bakalım o zaman dünya neymiş, ahiret neymiş, hayat neymiş, ölüm neymiş? Bu hakikatleri öğrendikten sonra da, herkes rahat eder. Huzur-u kalple hayat sürer, ölüme hazırlıklı olur. Aslında bizler, bu gerçekleri bilmeden bu dünyadan göçüp giden insanlara da acıyoruz. Ne diyelim bu gibi insanlara Allah, hidayet nasip eylesin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*