Yaşanmış Bir Hatıranın Hâsılatı

(Sungur Ağabey’in hatırasına)

Maddi göz; kabristanı, ehl-i kuburu gördü…
Kefenine bürünmüş naş-ı Sungur’u gördü..
Manevî göz; Sungur’u kuşatan nuru gördü..
Onu “Sungur Ağabey” yapan unsuru gördü..
***

Yazdılar.. Yazıyorlar Nur Ağabeye  dair…
Yazanlar tasnifinde  ekseriyet-i kahir:
Hem yazar, hem de şair; ne yazar, ne de şair..
Acaba hangisine dahil olurum zahir?

Tasnifte, ayıklansa; sun’î ve surî olan..
Arşivlenip saklansa, muhkem zarurî olan…
Kitap, portre yapılsa, resmen Sungurî olan…
Ve serlevha yapılsa; Saidî, nurî olan…
***

Bakın, güzel anılar asla olmuyor zail:
Bir zaman bir meclise ben de olmuştum dahil..
Nur Ağabey kürsüde, ben de olunca sail;
Lütfedip, teveccühen, dedi: -Söyle, Mikâil!

Dedim ki: “Hayretteyim, ben nasıl söyleyeyim?
Benim aziz, şefkatli, kahraman ağabeyim!..
Âlem bilir, sen nerde, şu müflis ben nerdeyim..
Sen mânen semalarda; ben tabanda, yerdeyim!”

“Senin bana ‘Mikâil’ hitabındaki te’sir,
Taptuk’un, ‘Bizim Yunus’ demesindeki iksir!.. “
Ne o Taptuk Emre’ydi, ne Yunus’tu şu fakir,
Lâkin dile gelmişti öyle edebî tefsir!..
***

Basına sansür vardı, hafiyeler gezerdi..
Bazı hassas kulaklar fısıltıyı sezerdi..
Resmî, askerî zevat, sivilleri süzerdi…
Mertçe duramayanlar, methiyeler düzerdi..

Aylardan bir güz ayı, seksenli bir yıl idi..
Bilinmez hangi perde, kaçıncı fasıl idi…
Havamız bozulsa da, hakikat asıl idi..
Nurlar rehberimizdi, bir ‘küllî akıl’ idi,

Nurlu bir muhasebe yapıldığı bir anda,
Şakirdler toplandılar şarkın incisi Van’da..
Anayasa bir yanda, Yeni Asya bir yanda;
Söz Sungur Ağabey’de, hazirun-u ihvanda!..

Biri sordu: -“Ağabey, Üstâd böyle mi dermiş? (*)
Bundan sonra doğru yol hep böyle mi gidermiş?
Günün hâkim kadrosu güya ‘ehven-i şer’miş!
Derler ki, Ağabeyler böyle bir hüküm  vermiş!..”

Nur Sungur Ağabeyin mes’uliyeti zordu..
Elinde ‘Nurlar’ıyla hep cevap veriyordu..
Bu soru üzerine kalkıp ayağa, durdu..
Elindeki kitaba öbür eliyle vurdu:

“Bu kitap hakkı için, öyle hüküm vermedim!
Aykırı bir cepheye temayül göstermedim!”
***

Şahitlik ediyorum, Sungur Ağabey buydu!..
Dâvaya zarar vermek, en büyük korkusuydu!
Nur’un hak hizmetkârı, canlı bir tapusuydu!
Dünyevîlikten uzak, uhrevî bir uzvuydu… 
***

Hastaydı; ya şifâya, ya rahmete muhtaçtı..
Rahmet-i Rahman ile sonsuza kanat açtı..
Ayrılırken; uhuvvet, birlik, muhabbet saçtı..
Kabri Eyüp Sultan’da, ruhu Rahman’a uçtu..

Önce semâ ağladı!.. Sonra günlük, güneşlik..
Ta ki mezara kadar kolay edilsin eşlik..
Âleme ilan etti: Böyle olur kardeşlik!
Rabbim onun kabrine ihsan etsin genişlik!.. 
***

Kalan ağabeylerin değmeyelim haline,
Hususî meşrebine, evlâd ü iyaline..
Katmayalım kimsenin dünyevî emeline..
Tekrar kavuşmak çok zor onların emsaline..

—————————————————————————————————

(*) Soruyu soran ve bu minval üzer konuşan merhum İsmail Yaprak ağabeyimdi. Sonunda Sungur Ağabey’i oradaki herkes gibi (ama daha bir candan) kucakladı. İnşallah şimdi Berzah’ta da kucaklaştılar. M.Y

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*