Yaşasın ittihad-ı millî; ölsün ihtilâf

alt(Hürriyete Hitap’tan)

“Üçüncü Hakikat”in bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle üç şey ihtar ediyorum:

• Birincisi: Bir cisim birden zerrattan tahallül ve yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref’ ve yenilerini ikame eylemesi muhal olmasa da, müteazzirdir. Binaenaleyh, istidad-ı habis ve kabil-i ıslah olmayan adamları zaten cism-i devlet def-i tabiî ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar, zaten güneş garbdan tulû etmediğinden, tevbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak kırk sene lâzım. Yoksa, umumu aleyhinde itâle-i lisan ve terzil etmek, bu şanlı olan ittihad-ı milleti –bozulmuş bazı efkâr ve ahlâklarına binaen– bir hastalığa hedef edecektir.

• İkincisi: Ben Şarkın dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilâfeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta ki bundan yedi-sekiz ay mukaddem Dersaadet’e geldim. Gördüm ki İstanbul, tevahhuş ve tenâfür-ü kulûb sebebiyle medenî libası giymiş vahşî bir adama benzerdi. Şimdi ittihad-ı millî sebebiyle medenî adam, fakat yarı medenî, yarı vahşî libasında bize arz-ı dîdar ediyor. Evvel Şarkta fenalığın sebebi, Şarkın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vakta ki hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim; anladım ki kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım; bir divanelikle taltif edildim.

Hem de gördüm ki medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hâzıradan geri kalmış; güya İslâmiyet sû-i ahlâkımızdan darılmış, mazi tarafına dönüp gidiyor. Zaman-ı Saadete bizi şikâyet edecektir. Bunun en büyük sebebi, istibdattan sonra mürşid-i umumî üç büyük şubenin –ki “Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif” veyahut “İfadelerimiz ayrı ayrıdır, senin güzelliğin ise birdir; hepsi de o cemale işaret ediyorlar.” beytinin masadakı olan– ehl-i medrese ve ehl-i mektep ve ehl-i tekkenin tebâyün-ü efkâr ve tehalüf-ü meşâribidir.

Bu tebâyün-ü efkâr ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış, ittihad-ı milleti çatallaştırmış, terakkiyat-ı medeniyeden geri bırakmıştır. Zira biri ifrat ile diğerini tekfir ve tadlil ediyor; öteki tefrit ile onu techil ve gayr-i mutemed addediyor. Bunun çaresi, tevhid ile ve efkârlarının mabeyninde teyid ile münasebet ile musalâhadır. Tâ itidal noktasında musafaha ile birleşmeli ki aheng-i terakkîyi ihlâl etmesinler.

• Üçüncüsü: Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm.

Kasavet-i kalbimden başka üç sebep buldum:

Birincisi: Zaman-ı hâzırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için ispat-ı müddea ve müteharri-i hakikati ikna lâzım iken ihmal ediyorlar.

İkincisi: Bir şeyi terğib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i Şeriatı muhafaza etmiyorlar.

Üçüncüsü: Belâgatin muktezası olan hâle mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

Hâsıl-ı Kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ ispat ve ikna etsin; hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ muvazene-i Şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i mukni olmalı, tâ mukteza-i hâl ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin. Ve mizan-ı Şeriatla tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır.

Yaşasın Şeriat-ı Garra, yaşasın adalet-i İlâhî!..

Yaşasın ittihad-ı millî; ölsün ihtilâf.

Yaşasın muhabbet-i millî; gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-i mücessem askerler! Yaşasın satvet-i müşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrar ve Nur Talebeleri!

Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!

Eski Said Dönemi Eserleri, Nutuk, s. 96-98

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*