Yazamamak

Image

Evet, tekrar vurgu gerekiyorsa, yazmak değil, ya-za-ma-mak.. Bu yazı “yazamamak” eylemine karşı "yazmak“ eyleminin bir başkaldırısıdır. Normal, sıradan bir yazının “mükemmelliyetçilik” zihniyetine isyanıdır.

Bu yazının hemen öncesinde peşpeşe iki siyasî yazdık ya… “Keşke yazmaz olsaydım” diyesim geldi sonradan.. Neden mi?

 Bakınız, o iki yazının hemen akabinde fikren bir boşluğun, kalben bir duygusuzluğun ve ruhen bir durgunluğun mahkûmu olarak bir hafta yazamadım. O "mükemmelliyetçi“ zihniyet yakamı bırakmadı. Şu konu mu, bu konu mu derken, geldi vaktimin sonu. Üstelik yazılmış olan, yayınlanmış olan iki yazıyı bile sorgulamaya yeltenmek, öyle bir zihniyet ki, tam şamarlık. Ve de o şamarı yedik. Avrupa’nın ortasında, hadiseler ve gelişmeler meydanında, medya bombardımanında yazacak birşey bulamamak ne tuhaf! Çölde su arayan seyyah misali, bir damla ilhamın muhtacı olmak ne garip!

Ve bir haftamız yazısız geçti. Duyduklarına duyarsız, yazdıklarına gönülsüz, gördüklerine ilgisiz ve okuduklarına yabanî bir garip yolcudan ne umulurdu ki.. “Kendisi himmete muhtaç bir dede, başkasına nasıl himmet ede?”

Ah o mükemmelliyetçi zihniyet! Eşleri bile biribirinden ayırabilen o zihniyet.. Derler ki, Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle evlenen iki gencimiz, altı ay içinde boşanmanın eşiğine gelmişler. Delikanlı, hocasını evine davet ederek “Aman bizi kurtar” demiş. Ve geçimsizlik sebeplerini bir bir sıralamaya başlamış. Bir sebebe gelince, gencin hocası onu durdurmuş ve:

“Tamam anlaşıldı, asıl terk edilmeyi hakkeden sensin” demiş. İşte o sebep:

-Hocam, benim bu eşim geri zekâlı. Defalarca ona dedim: “Diş macununa ortasından değil, arkasından bas.” Bir türlü anlatamadım, hocam. Herşeyin bir usulü var, değil mi?

Yazılar okurum ki, yazar, aklına gelen ilk kelimeyle girivermiş mevzuya. Başından, ortasından, sonundan demeden. Ne âlâ!

***

Yazamamanın muhtemel başka sebeplerini arka plana atarak, durgunluğa ve ilham kesintisine sebep zannettiğim o iki yazı, Avusturya siyaseti üzerineydi. Bir de Türkiye siyaseti üzeine olsaydı, acaip sarsacakmış. Aman ha, benim mizacımda birinin Türkiye siyasetine dönüp bakması bile hata! “Sokak ağzı,” “sokak kavgası” tabirleri var ya… “Meclis ağzı,” “Meclis kavgası” tabirleriyle tebdil-i mekân etmiş sanki..

Hem zaten gündemi takip eden yazarlarımız, Risâl-i Nur meslek ve meşrebi çerçevesinde, menfî detaylara girmeden, tehlikeli gidişata dikkat çekerek, çıkış yollarını da gösteriyorlar.

Şimdi o veciz Nursî nasihatını uygulamanın tam zamanıdır:

“Pencerelerden seyret, içlerine girme!”

***

Bir duygu, bir ruh hali ki, izahı zor. Yazmak için bir mevzuya davranıyorsun, onun âlâsının bir başka kalem erbabınca yazılıp çizildiği fikrine saplanıp vazgeçiyorsun. Yahut "Yazılsa ne çıkar ki, bu kadar yazılardan ne hâsıl oldu ki?“ tarzında hissî bir maraz fikrine ilişip yüzünü ondan çeviriyor, gönlünü sarartıyor.

Bazen de yazıyorsun, herşeye rağmen… Yazıyorsun, gündemin zoruyla, kalemin zorbalığıyla ve gelişmelerin sevkiyle. Okunup okunmayacağını, sadra şifa olup olmayacağını düşünmeden.

Hele bazan en elverişli ortam, yazmaya namüsait oluyor da, en elverişsiz yer ve zaman, gürül gürül ilhamın akmasına engel olamıyor. Sessiz sedasız bir ortamdasın, diyelim ki, evdesin ve yalnızsın, ama yazamıyorsun.

Merhum Nasreddin Hocanın evde kaybettiğini dışarıda araması gibi. Ya da geceleyin sokakta dolaşırken, bekçinin “Gecenin bu vaktinde ne arıyorsun hocam?” sorusuna, “Uykumu kaybettim, onu arıyorum” demesi gibi, kendini sokağa attığın da oluyor.

Sokak dendiğinde nelerin çağrışım yaptığını herkes bilir. Ne ki, olumsuz çağrışımları biraz daha fazla gibi. Sokak ağzı, sokak çocuğu, sokak kavgası tabirleri bir çırpıda dilime düşenler. Bir de "Ben onu sokakta bulmadım" tabiri var ki, sokağı yerle bir eder.

Halbuki sokağın bir yanı daha var ki, dillere destan. Demokratik zaferlerde sokağın rolü her zaman büyük olmuştur. Halkı bağrına basan sokaklar, ihtilâlcilerin korkulu rüyası olagelmiştir. Bundandır ki, darbelerde sokağa çıkma yasağı getirilir.

Öyleyse, bugünkü Meclis ağızlarını, Meclis kavgalarını hiç de yadırgamayalım, değil mi? Demek ki, o kadar halkçı, o kadar milliyetçi oldular ki, sokağı Meclise taşıdılar. Yakında referandum olursa, Meclis sokağa taşınacak!

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*