Yemin

Image

Bir meselede aciz ve mağlûp olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, acizler için bir usûldür.  

Şuhedâeküm” [Bütün yardımcılarınız (şahitleriniz) – Bakara Sûresi: 23] İhtisası ifade eden şu izafe, “Şuhedâe” [şahitler] kelimesinin her üç manasına da bakar. Şöyle ki:

1- Madem ki büyük edip ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır. Ve yanınızda hazır olup, gaip de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, her halde yardım edeceklerdi. Demek, onlar da sizler gibi acizdirler, kusurlarına bakmayınız!

2- Muarazada sizleri destekleyecek, şehadet edecek her kim olursa olsun kabul ederiz, çağırınız. Amma onlar, böyle bedihü’l-butlan bir dâvâda yalan şehadete cesaret edemezler.

3- Mabud ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız, bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi, hiçbir şeye de kadir değillerdir. Onları da mazur görünüz!
“Min dûnillah” [Bakara Sûresi: 23] Yani, “Allah’tan maada [başka].” Bu kayıt, şuhedanın birinci manasına göre tamimi ifade eder. Yani, “Allah’tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız.” Şuhedanın ikinci manasına nazaran, aczlerine işarettir. Çünkü bir meselede aciz ve mağlûp olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, acizler için bir usûldür. Şuhedanın üçüncü manasına göre, onların Resul-i Ekrem ile muarazaları, adeta, şirk ile tevhid veya cemadat ile Halık-ı Arz ve Semavat arasında bir muaraza olduğuna işarettir.

İşârâtü’l-İ’câz, Nübüvvet Hakkında, s. 311

***

On Birinci Sual: Herkes meşrûtiyete yemin ediyor. Halbuki, ya müsemma-i meşrutiyete kendi muhalif veya muhalefet edenlere karşı sükût etse, acaba kefaret-i yemin vermek lâzım gelmez mi? Ve millet yalancı olmaz mı? Ve masum olan efkâr-ı umûmiye; yalancı, bunak ve gayr-i mümeyyiz addolunmaz mı?
Tarihçe-i Hayat, s. 66
***
Dinî Ceride: 70; 26 Şubat 1324; Mart 1909
Hakikat
Biz “kalû bela”dan cemiyet-i Muhammedîde dahiliz; cihetü’l-vahdet-i ittihadımız Tevhiddir, peyman ve yemînimiz îmandır. Madem ki muvahhidiz; müttehidiz. Her bir mü’min, Îla-i Kelimetullah ile mükelleftir; bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir. Zîra, ecnebîler, fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevileri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silâhıyla, Îla-i Kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkara cihad edeceğiz. Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.
Meşrûtiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek, dîn-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.
Kuvvet, kanunda olmalı; yoksa istibdat tevzî olunmuş olur. “İnnellahe lekaviyyun azîz”* hakim ve amir-i vicdanî olmalı. 0 da, marifet-i tam ve medeniyet-i amm veyahut dîn-i İslâm namıyla olmalı; yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.
İttifak hüdadadır, hevada ve heveste değil. İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu. Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Yeis manî-i her-kemaldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün”, istibdadın yadigârıdır.

* Şüphesiz ki Allah, pek kuvvetli ve pek izzetlidir. (Hac Sûresi: 40, 74.)
 
Tarihçe-i Hayat, s. 94
 
LÛGATÇE:

 
şuheda: Şahitler.
bedihü’l-butlan: Batıl, haksız bir hüküm ve görüş olduğu herkesçe bilinen.
âlihe: Batıl ilâhlar.
erbab-ı fesahat: Güzel söz söyleyenler, edipler.
müsemma-i meşrûtiyet: Meşrûtiyet olarak isimlendirilen, Meşrûtiyet denilen şey.
gayr-i mümeyyiz: Temyiz çağına gelmemiş; iyiyi kötüden ayırt edemeyecek durumda olan.
peyman: Ahd, yemin.
yemîn: El tutuşarak, Allah’a bağlılıklarını bildirerek, Allah’a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*