Yeminde Atatürkçülük

“Müflis Proje: Kemalizm” çalışmamızda, yürürlükteki darbe anayasasının dayattığı garabetlerden birinin de milletvekillerine ve cumhurbaşkanına okutturduğu yemin metinleri olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştik:

“Yemin metninde geçen ‘Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalma’ ibaresi, 1961 Anayasasında bile yoktu.
“Peki, kişiyi, eline bir metin tutuşturarak, hem demokrasiye, hem de Atatürkçülüğe bağlılık yeminine zorlarsanız, o yeminden hayır gelir mi?

“Bu bakımdan, yemini okuyacak kişinin, eğer demokrasiye bağlılık sözü verecekse ‘ilke ve inkılâplar’ kelimelerinin geçtiği yerde; buna karşılık, ilke ve inkılâplar için yemin edecekse, ‘demokrasi’ kelimesinde bir ayağını yerden kesmesi lâzım ki, sonradan kendisine yöneltilebilecek ‘Yeminini bozdu’ suçlamalarına karşı cevap verebilsin!

“İnsanları ‘ikiyüzlü’ davranmaya zorlayan bir anayasaya sahip olmak, ne kadar utanç verici…”
Yeni anayasa tartışmaları bağlamında bu konu da gündeme geliyor. Ve Türkiye Barolar Birliğinin yemin meselesindeki yaklaşımının bizim bakışımızla paralellik arz ettiğini görüyoruz.

“Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılığı, bunlara içtenlikle inanmayanlar açısından bir and ögesi yapmak doğru değil” diyor TBB ve bu ifadenin metinden çıkarılmasını öneriyor (Sözcü, 23.1.12)

Evet, akıl için yol bir…

Anıtkabir’e Akropol benzetmesi
Geçen hafta bu köşede Anıtkabir ziyaretlerinden bahis açmış ve anıtın kimilerince adeta ağlama duvarına çevrildiğini yazmıştık. Türkiye Şahlanış Hareketi adlı oluşumun “lider”i Murat Altun da ulusalcı bir sitede çıkan beyanlarında aynı yönde ifadeler kullanmış ve şöyle demiş:

“Anıtkabir ağlama duvarı haline getirilmiş. Anıtkabir ile Yunan tapınakları arasında fark yok. Akropol tapınak mimarîsi şeklinde yapılan bugünkü Anıtkabir’e karşıyım.” (Yeni Akit, 25.1.12)

Altun bu eleştirilerinden dolayı ateşli ulusalcı ve Kemalistlerin ağır hakaretlerle dolu tepkilerine maruz kalmış ve dâvâ açacağını ifade ediyor.

Millî Güvenlik nasıl “kaynaştırıyordu?”
28 Şubat sürecinde Başbakana yönelttiği galiz hakaretlerle şöhret bulan E. Tümg. Osman Özbek, Millî Güvenlik dersinin kaldırılmasına tepkisini ifade ederken, bu dersin devam etmesi ve yine askerler tarafından verilmesi gerektiğini söyleyip, gerekçesini “Bu ders sayesinde asker ve halk kaynaşıyor” diye açıklamış (Vatan, 25.1.12).

Özellikle imam hatiplerde başörtülü kız avına çıkmak; Anıtkabir’e gidenleri ve gitmeyenleri tesbit etmek; çocukları, onlar üzerinden ailelerini, yanı sıra öğretmen ve idarecileri fişlemek gibi uygulamalar, bu “kaynaşma”nın tipik örnekleri.

Birkaç düzeltme
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bazı yazılarımızda düzeltmemiz gereken birkaç nokta var.
Bunlardan biri, 18 Ocak’ta çıkan “Kıbrıs’ta manevî hayat ve Denktaş” yazımızda, Hala Sultan olarak bilinen Hz. Ümmü Haram (r.a.) için “Peygamberimizin (a.s.m.) halası” dememiz. Oysa Osman Zengin’in hatırlattığı ve Kıbrıslı ilk Nur talebesi, rahmetli Hizber Hikmetağalar’ın, Köprü dergisinin Mayıs-1987 sayısındaki “Kıbrıs’ın sembolü: Hala Sultan” yazısında ifade ettiği gibi, Ümmü Haram, Peygamberimizin teyze tarafından akrabası ve süt annelerinden biri.

İkincisi: Aynı yazıda Girne sahillerindeki Hz. Ömer Camii’nden bahsetmemiz. Namaz kılmak için uğradığımız bu mekân, hatırımızda cami olarak kalmış. Ama KKTC eski temsilcimiz Eyüp Aktaş oranın cami değil, tekke olduğunu söyledi.

Üçüncüsü: 12 Ocak yazımızdaki “Meclisin altı ayı” ifadesi. Halbuki 12 Haziran seçiminden o güne kadar geçen süre altı değil, yedi; bugün itibarıyla da yedi buçuk ay. Gerçi bu durum yazının özünü ve mesajını değiştirmiyor, tam tersine güçlendiriyor, ama yine de hatayı düzeltelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*