Yeni Asya çizgisinde çile var, hile yok!

En başta Peygamberler (Aleyhimüsselam) ve bilhassa Ahirzaman Peygamberi Efendimiz (asm), sahabeler ve Allah’ın veli kulları, hakkı tebliğ yolunda en ağır çile, zahmet ve meşakkatlere maruz kalarak ömürlerini tamamlayıp, en büyük mertebelerle, manevî madalyalarla ve yüzlerinin akıyla Allah’a kavuşmuşlardır.

Tam bir helâket ve felaket asrında meydana çıkan Said Nursî Hazretleri de; korkusuz, tavizsiz ve pervasız duruşuyla, Kur’anı eline alıp dünyaya meydan okumasıyla, imkânsızlıklar içinde, en zor şartlarda te’lif ettiği eserleriyle, milletin imanına ve insanlığın saadetine hizmet etmiş, bihakkın Bediüzzaman ünvanını almış ve hak yolcusu muasırlarından hiç birinin maruz kalmadığı kadar çilelere, bela ve musibetlere maruz bırakılmıştır.

Allah’ın sonsuz kudretine dayanarak, korkusuz ve hilesiz bir duruş sergileyenlere karşı; siyasî ve maddî bütün güçleriyle karşı koyamayanlar, bazen de onlara cazip tekliflerde bulunarak, onları yollarından alıkoymaya çalışmışlardır. Reislik, mevki, makam, servet ve ihtişam teklifleri gibi..

Böyle teklifler müşrikler tarafından, iki cihan serveri Efendimize (asm) yapıldığı gibi, bu ahirzamanda Onun mutlak varisi ve takipçisi olan Bediüzzaman’a da yapılmıştır. Ama o, bunların hepsini kemal-i iman ve teslimiyetle reddederek, çileli ve meşakkatli hizmet yolunu seçmiştir. Hayatı boyunca söylediklerine, divan-ı harplerde, mahkemelerde haykırdıklarına ve İlahî bir ilhamla yazdıklarına en başta kendisi uymuş, hayatına tatbik etmiş, talebelerinden de aynı yolda yürümelerini istemiştir. Arkasında milyonlarca talebeyi ve altı bin sayfalık bir külliyatı bırakarak, “zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana” dönmüştür.

***

Sonra varisler makamındaki ağabeylerin gayretleri ve istişareleriyle, “şahs-ı manevî” olma yolunda atılan adımlar.. Bilhassa Zübeyr Ağabey’in zübeyrî gayretleri ve tedbirleri.. Bütün Külliyat’tan derleyerek hazırladığı Hizmet Rehberi ve siyasî tesbitleri içine alan Beyanat Ve Tenvirler.. Yine onun gayretiyle, tedbiriyle ve meşveretle çıkarılan Yeni Asya..

Her 21 Şubat onun kuruluşunun sene-i devriyesidir. İşte şimdi, dünyanın ve ülkenin siyaset ve menfaat çatışmalarıyla sarsıldığı bir hengâmede, Yeni Asya 45. yılına giriyor.

Hiç bir gizli hedefi, gizli ajandası, gizli hesabı olmayan; her şart ve zeminde dâvasını ilan eden, kudsî  kaynaklara dayalı fikirleri, evrensel değerleri açıkça beyan eden; tehditlere, şantajlara boyun eğmeyen, inanç ve fikir hürriyetini savunan, dünyevî ve siyasî maksatların aleti olmaktan sakınan, hür ve demokrat bir gazete..

Şurası da bir vakıadır ki; tavizler vererek, sıkıntıdan kurtulmak isteyenler, akıntıya kapılmaktan kurtulamıyorlar. Sıkıntıya katlanmakla, akıntıya kapılmak arasındaki tercihte, Yeni Asya’nın tercihi, her zaman sıkıntıya katlanarak yoluna devam etmek olmuştur.

Bu meyanda, bazı yerlere sızma, siyasî iradeye yaranma gibi bir derdi olmuyor. Her ne yapıyorsa, hangi faaliyeti icra ediyorsa; kamuoyunun, devletin ve dünyanın gözü önünde yapıyor.

Evet, “Hakikatın gür sesi, Yeni Asya Gazetesi” olarak tanıtılan bir neşriyatta, yalana ve hileye yer olamaz. Kur’anın emrine uyarak, bütün işlerini istişare ile yürüttüğü için, “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûradır” sözü ona bir âlem, bir “alamet-i farika” olmuştur.

***

Yeni Asya’nın destansı serüveni kitaplara sığmaz. Onun, çıkışından bu yana, fikir ve ilim dünyasına mal ettiği yayınlar da, kütüphanelere sığmaz. Bu kuru bir iddia değil. Zira sağ ve muhafazakâr tandanslı ve

İslamî mânadaki diğer bütün mevkutelerin, fikir ve hizmet kadrolarında Yeni Asya’nın yetiştirdiği hizmet ve kalem erbabından kişiler vardır.

Hak ve hakikat yolunda tavizsiz hizmete talip olanlar, çileye de baştan razı olmuşlardır. Hilesiz ve tavizsiz bir hizmete talip olanların çilesi de kaçınılmazdır!

Böyle bir hal, Yeni Asya’nın her halinde her zaman görülmüştür, görülmektedir.

Lakin, zahmetlerin rahmete dönüşümleri görüle görüle; kalbî, ruhî, vicdanî mükâfatları sezile sezile, fikren isabetin neticeleri alına alına yol alındığı için, başa ne gelirse gelsin, ne gam!.

Değil mi ki, Üstâd’larının başına da çok belalar gelmiş, o da belaların yüzüne gülmüş, o güldükçe belalar küçülmüş, etmiş tebeddül..

Değil mi ki, onun lisanında, Nur’un lisanında hayatın başına gelenler şöyle bir güzelliğe bürünmüştür:

“Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü’l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.”

YENİ ASYA DERS KÜRSÜSÜNDE ÂLEME İLAN EDİYOR Kİ…

“Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az bir zaman duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir.”

“Evet, tehditlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecrâya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir.”

“Amma irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidatların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikati teşhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak şua-ı hakikatten muktebes harikulâde bir mu’cizedir.”

Evet, Peygamberimiz (asm) bu mucizeye mazhar olmuştur. Bu metod Peygamberîdir.

Risale-i Nurlar bu mânada ders veriyor. Yeni Asya da Nur’un naşir-i efkârıdır!

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Merhaba… “Doluyum; ne ağlamak, ne gülmek istiyorum” dizesiyle başlayan, “Son Gülüş” adlı şiirin şairi, “Mikail YAPRAK” olarak kalmış aklımda… Şiiri google da aradığımda, dizeleri yer yer değiştirilmiş ve farklı isimlerle yayınlanmış, hatta yazılış tarihi çok yeni ve de oldukça kötü şekilleri çıktı karşıma… Halbuki çocukluğumda ezberlemiştim bu şiiri… 🙁 Hafızam beni yanıltıyor mu? Bu şiir size ait olabilir mi acaba? Teşekkür ederim…

  2. Evet, Aynur kardeşim, buyurduğunuz gibi o şiir bize aittir..

    mikailyaprak@gmail.com adresime mail adresinizi iletirseniz, şiirin tamamını göndereyim. TOPRAĞIN NUTKU adli kitabımın 55. sayfasında vardır.
    Selam ve dua ile..

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*