‘Yerli ve milli’ mi dediniz?

Son günlerin moda tabiri ve terimi; ‘yerli ve milli.’

Yerli olan; sana ait olan demektir.

Yerli olan; bu topraklara ait olan demektir.

Yerli olan; Müslümanca olan demektir.

Milli olan; bu topraklarda yaşayan kadim İslam medeniyetinin yoğurduğu kültürle hemhal olmak demektir.

Milli olan; gelişen ve değişen dünyada fen ve felsefeye, teknik ve teknolojiye; bu topraklarda yaşayan insanların hakim olması ve yön vermesi demektir.

Yerli ve milli olan; başka kavimlere, başka medeniyetlere özenmeden, özenti duymadan; onların kültürleri ve duruşları karşısında aşağılık duygusuna kapılmadan; yaşantıda, örfte, âdette, yazıda ve sözde; özüne, aslına bağlı kalmak demektir.

Ve yerli ve milli olan; bu toprakların yetiştirip beşeriyete sunduğu büyük dahi; mütekellim ulemasından; fenle sanatı, imanla tekniği buluşturan bilge insan; Bediüzzaman Said Nursî’ye ve onun çağımızı aydınlatan görüşlerine sahip çıkmak demektir.

‘Yerli’ olanı, emval (mallar ve eşya) üzerinden okumamız gerekirse; sende olanı global dünyadaki örneklerinin üzerinde bir standarda kavuşturursan ’yerli’ bir anlam ifade edecektir. Aksi takdirde rekabete dayalı serbest piyasada sana ait olan ‘yerli’ yerini alamayacaktır.

Tabi yerli derken birde yabancı emvale (mallar) tavır alma, karşı duruş gösterme söz konusu.

Yerli olmayana ‘karşı duruş’ deyince; tarihimizde yaşanmış bir olay aklımıza geliyor: Avusturya boykotajı.

Tarihimizde ilk tanıştığımız boykot, merhum Sultan Abdülhamid’in son zamanlarında meydana gelen Avusturya mallarına uygulanan boykotajdır.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun, 6 Ekim 1908’de Bosna Hersek’i topraklarına katmasıyla birlikte, Avusturya-Macaristan mallarına karşı boykot başladı.

Tam da bu tarihlerde İstanbul’da Meşrutiyetin ve Hürriyetin mücadelesini veren Bediüzzaman’ın da Avusturya boykotajına dahli söz konusu oldu.

‘’1907 senesinde Kürdistan’dan İstanbul’a gelen Bediüzzaman Said-i Kürdi memleketinde giydiği Kürt kıyafetini, şal ve şalvarını İstanbul’da da çıkarmamıştı. Bu haliyle sokaklarda herkesin nazar-ı dikkatini celbederdi. Bir gün tanıdıklarından biri kendisine herkes gibi giyinmek lüzumundan bahsedince:

“Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz. Halbuki gene onun yolladığı kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Yalnız kendi memleketimin mamulatını giyiyorum!” demişti.

‘Birkaç yüz sene evveline rücu etmek ve bütün dünyaya iktisadi harp ilan etmek demek olurdu! Yedi düvele meydan okumak’’ devri çoktan geçmişti.1

Bediüzzaman için bunları söylemek; yani onun iki yüzyıl geride kaldığını; ve bütün Avrupa’ya boykot yapılamayacağını söylemek; Bediüzzaman’ı yeterince tanımamak demektir.

Bediüzzamanın bahsini ettiği boykot giysi üzerinedir, fes üzerinedir, kılık kıyafet (yerli ve milli) üzerinedir.

Onun bu konuda yedi düvele değil yetmiş düvele kafa tuttuğu ve bir ömür öylece yaşadığına da tarih şahittir.

Bediüzzaman, 1908’in İstanbul’unda olduğu gibi, 1922’nin Ankara’sında da öyledir. 1930’un Isparta’sında da öyledir. 1940’ın Kastamonu’sunda, 1948’in Afyon’unda, Emirdağı’nda ve nihayet 1960’ın Urfa’sında da öyledir.

Ne sarığına dokunabilmişlerdir, ne poşusuna, ne cübbesine, ne de şalvarına.

Onun Meşrutiyet Dönemi’ndeki tavrı; mütareke döneminde de, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.

Sadece yerli ve milli kıyafetinde değil; düşünce tarzı, fikir anatomisi ve Kur’ân kaynaklı düşünce sistematiğinde de; modern Avrupa’nın tüm modernist fikirlerine; Pozitivizmden Naturalizme; Nihilizmden Septisizme; August Comte’den Firederich Nietzche’ye kadar tümüne meydan okumuş ve onların bütün öğretilerini yerle bir ederek Vahdani ve Nebevi fikirleri hem yazıya hem de hayata geçirmiştir.

Böyle bir Bediüzzaman Said Nursî; onların fesine mi, kılık kıyafetine mi meydan okuyamayacaktı.vHem de bu konularda Said Nursî oldukça net ve açıktır:

‘’Biz millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i istidad-ı milliyemize kadınların libası gibi süslü sefahet ve hevesat ve israfat yakışmıyor.’’2

‘’Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lazımdır ki, onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan adat-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim adat-ı milliyemiz İslamiyette neşv ü nema bulduğu için sarılmak zaruridir.’’3

Said Nursî’nin duruşunu anlayan ve hak ettiği ‘yerli’ değeri veren; bir despot dönemin usta kalemi ve mücahidi Cevat Rifat Atilhan; Bediüzzaman için şöyle diyecektir:

‘’Güzel Türk vatanının yetiştirip bütün beşeriyete örnek insan olarak hediye ttiği büyük dahi, büyük mürşid ve muhteşem bir insanın ismidir Said Nursî’’4 Diyor.

Ve devamla: “Ne yazıktır ki, bağrımızdan fışkırmış, bize şeref kazandırmış, kararmış gönüllerimizi aydınlatmış, dalalet yoluna sapmış insanları hak yoluna getirmiş olan bu muhteşem ve mübarek insan, bizden hürmet yerine sadece tazyik ve zulüm görmüştür.’’5

İslam coğrafyasında başka bir Bediüzzaman yok. İslam coğrafyasında ufku, Bediüzzaman kadar açık; şeriatle meşru meşrutiyeti, demokrasiyi harmanlayan, global dünyanın getirilerini İslamileştirerek Müslümanların önünü açan başkaca yerli bir ulema şahsiyet yok. Yabancı zaten yok.

Bu yerli olanın (Bediüzzaman) kıymetinin bilinerek sahiplenilmesi; düşüncelerine sosyal sahada yer ve değer verilmesi temennisiyle.

Dipnotlar:
1-Süleyman Kani İrtem, Yayına hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Meşrutiyet Doğarken, 1908 Jöntürk İhtilali, Temel yayınları, s.309
2-Bediüzzaman Said Nursi. Divan-ı Harb-i Örfi. YAN.
3-a.g.e.
4-Bediüzzaman Said Nursi. Tarihçe-i Hayat. YAN. s.549
5-a.g.e.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*