Yine Arakan, yine kan!

Myanmar, 1948 yılında bağımsızlığını ilân etti, amma yönetim sivillerin eline geçmedi. O günden bu yana ülke yönetiminde cuntacılar ve Budist yanlısı yöneticiler var.
Arakan’da üç buçuk milyon Müslüman yaşıyordu. Ancak Myanmar hükümetinin haksız uygulamaları ve katliâmları sonucu bugün bu rakam bir milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.

Göçler, göçler.. Ölümler, katliâmlar.. Dehşet verici tablolar..

Onların yürek yakan halini yakından bilen, bizim Avust- ralya  Yeni Asya Nur Vakfı’dır. Zaman zaman onların göçmen yaşadığı yerlere gidip gözyaşları içinde yardımlarını dağıtırlar.

Bugünkü güçlü devletlerin; ellerinde bulundurdukları maddî ve siyasî güçlerini, teknolojiyi kendilerine hasım gördükleri güçsüz ve masumları imha yolunda kullanmaları yanlarına kâr kalmayacak, hem dünyada ve hem de Ahirette akibetleri vahim olacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de var olan dört ana esastan birinin de “adalet ve ibadet” olduğu bilinmektedir. Mutlak adalet ancak Cenab-ı Hakk’a mahsustur.

Kulların adaleti izafîdir, görecelidir. Adaletsizlik de yine kulların işidir. Yani bu insanoğlundan her şer ve kötülük beklenebildiği ve görülebildiği gibi, adaletsizlik de insanlar tarafından işlenebilir ve işlenmektedir.

Gücün sözünü geçirdiği yerde hukuk işlemez, adalet de tesis edilmez. Gücün hukuka göre düzenlendiği yerde ise tek ölçü adalettir.

Cenab-ı Hakk’ın adaleti iki türlü tecellî ediyor.

Birisi: Hakkın hak sahiplerine tevzîidir. Herşeyi bir ölçü ve mizan içinde yerli yerine koymak şeklindedir. Yaratılan herşeye dikkatle bakıldığı zaman, her yönü ile ölçülü, dengeli ve yerli yerinde yaratıldığını görüyoruz.

Allah’ın ikinci tarz adaleti ise, haksız ve zalimleri cezalandırmak suretiyle tecellî ediyor. Bunun en açık misali, geçmiş kavimlerin inkâr ve azgınlıklarına karşılık, topluca helâk edilmeleri ve birtakım günah ve kusurlara karşı dünyada musîbet ve belâlara maruz kalmamız örnek olarak verilebilir.

Ama yine de dünyadaki bu cezalar, suçun tam karşılığı olmadığı için, ahirette Cehennem ile tamamlanacak. Yani, ikinci tarz adalet, bu dünyada tam tecellî etmiyor. Sebebi ise, Ahirete havale edilmesidir. Bu da ahiretin varlığının delillerinden biri oluyor.

Bir zaman Filistin’de bombaların dehşeti altında korkular içinde gün boyu kulaklarını tıkayarak titreyen bir çocuk, “anne beni karnına geri koy, burada ölmek istemiyorum” demişti.

Biz de yürekten bir yakarışla şöyle niyazda bulunmuştuk:

“Ya Rab! Bu zulümde ısrar edenleri Cehennemin karnına koy!”

“Evet, ‘Tekadü temeyyezü minal ğayz’ âyetinin kat’i beyanatıyla ehl-i küfrün ve zalimlerin zulmünden Cehennemin onlara hiddetinden paralanır hale geldiği anlaşılmaktadır.”

Şimdi zulüm sadece kendisini bir ülkede, bir bölgede göstermiyor. Ortadoğu, Uzakdoğu, Afrika ve Asya zulme maruz kalan toplulukların inim inim inlemeleriyle çınlıyor. İslâm ülkeleri gaflet, süper devletler dalâlet içinde kulaklarını tıkıyorlar.

Suriye’de, Irak’ta, Myanmar Arakan’da, Filistin’de ve daha bir çok yerde insanlar huzura ve emniyete hasret kalmışlardır.

İşte Türkiye’yi de de içten içe tehdit eden huzursuzluk, güvensizlik ve belirsizlik giderek artıyor.

İçerde huzur, dışarda itibar hızla inişe geçiyor.

“Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.“ diyor Bediüzzaman Hazretleri.

Pekâlâ bunu ne kadar yapıyoruz? Her vakit dergâh-ı İlâhîyeye iltica edip feryad ediyor muyuz?

Nerdesin ey Birleşmiş Milletler!

Nerdesin ey Avrupa Birliği! Nerdesin ey İslâm Ülkeleri! Nerdesin ey insanlık!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*