Yine o Çanakkale hutbesi

18 Mart Çanakkale zaferinin 97. yıldönümü için yapılan kutlamalar öncesinde, bazı camilerdeki Cuma hutbelerinde yine o klasik metnin okunduğu bilgisini aldık.

Bu sebeple, Said Nursî ve M. Kemal kitabımızdaki “Bir Çanakkale efsanesi” başlıklı yazıyı (s. 83) yine dikkatlere sunma gereği hâsıl oldu:

“Aslı olmadığı halde çok yaygın şekilde konuşulduğundan gerçek olduğu zannedilen rivayetler için ‘şehir efsanesi’ tabiri kullanılır.

“Bunlardan biri Çanakkale için söz konusu.

“M. Kemal’in, Çanakkale’de ‘Taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum’ dediği askerlerin şehit olmaya koşarken çizdikleri tabloları tasvir ederken kullandığı ifadelerin gerçek anlamını öğrenmek açısından bu konu çok önemli.

“Bilindiği gibi, o meşhur ifadeler Çanakkale zaferinin yıldönümü haftalarına tekabül eden Cuma hutbelerinde dahi sık sık tekrarlanıyor.

“Böylece gencecik askerlerimizin şehitliğe nasıl bir şevkle koştukları, komutanlarının ifadesiyle anlatılmış; şehitlerin o halet-i ruhiyesinden M. Kemal’e de, onu dindar gösterme projesine uygun bir profil çıkarılmış oluyor.

“Buna karşılık, M. Kemal’in, aynı gözlemlerini, Avrupa günlerinden gönül ilişkisi içinde olduğu Madam Corinne’e cepheden yazdığı mektuplarda çok farklı bir anlayış ve üslûpla yansıttığını görüyoruz.

“İşte 6.5.1916 tarihli bir mektuptan satırlar:

“ ‘Askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka, hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor.

“ ‘Filhakika, onlara göre iki semavî netice mümkün. Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir, bilir misiniz? Dosdoğru Cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzularına tâbi olacaklar.’

“Askerlerinin şehitlik arzusunu ‘bir an önce hurilere kavuşma arzusu’ ile açıklayan M. Kemal, kendi tercihini ise şöyle ifade ediyor:

“ ‘Ölümden sonraki hayalî rahata kavuşmak için Allah’ımızın Cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim…’ (Sabah, 26.3.02)

“O dehşetli savaş ortamında askerlerini emirle ölüme gönderirken kendi düşünce ve tercihini sırdaşı bir hanıma, inançlarla istihza yüklü ifadelerle böyle açığa vuran bu satırlar, aslında gerçekteki M. Kemal portresiyle de örtüşüyor.”
***
Muzaffer İlhan Erdost, 4+4+4 teklifini de eleştirdiği “ ‘Dindar’ mı, ‘laik’ mi?” başlıklı yazısında sözü Said Nursî’ye getirerek şöyle demiş:

“Eğitim ve öğretimin temeline dini (teokrasiyi) yerleştirerek, Saidi Nursi’nin sözleriyle, aklın ve bilimin anarşizme, ateizme, komünizme, Siyonizme götürdüğü safsatasını, Nursi’nin yolundan gidenler kendilerine saklasın, ulusa bu deli gömleğini giydirmeye kalkışmasın! Saidi Nursi’ye uyarak, aklı ve bilimi ‘dinin ve vahyin’ emri ve denetimi altına alması için, tasarı önermeye soyunmasın! Gene Saidi Nursi’nin görüşü olarak, ‘fünun-u ilmiye’nin, yani fizik, kimya gibi fen bilimlerinin, sosyoloji, antropoloji gibi beşeri bilimlerin, ‘ecnebi ilimler’ olduğu, zararlı ve kokuşmuş bir membadan kaynaklandığı safsatasıyla, meşayih (şeyhler) tarafından ‘şeriat süzgecinden’ süzülerek alınmasını istemeye kalkışmasın!” (Cumhuriyet, 18.3.12)
Erdost’un baştan sona cehalet eseri çarpıtmaları yansıtan bu satırları, Uğur Mumcu’nun eleştirdiği “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” tavrının çok tipik bir örneğini oluşturuyor.

Bir defa, Said Nursî’ye atfettiği “safsata”ların hiçbiri, Bediüzzaman’ın eserlerinde yok. Erdost “Var” diyorsa, kaynağını göstersin. Ama gösteremez. Çünkü yok. Buna karşılık tam tersi var.

“Aklın nuru fünun-u medeniyedir” diyen Said Nursî’ye “fünun-u ilmiye” gibi komik ve anlamsız terkipler izafe edip çarpık çıkarımlar yapmak, ancak Kemalist yobazlığın harcı olabilir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*