YOL HARİTASI Risale-i Nur’da

“Yüz yıl önce Suriye, İslâm toplumunun sorunlarının tartışılması için ev sahipliği yapmıştı: Emevî Camiinde İslâm âleminin durumunun detaylı analizi yapılmış, yenilik arzusu dile getirilmiş; Said Nursî Müslüman toplumların sıkıntılarının neler olduğunu ve bu kötü gidişata son verebilecek çözümlerin neler olabileceğini tesbit etmişti.”

ŞAHIS İSTİBDADINI DEMOKRASİ BİTİRİR

“Despot karaktere bürünmekle itham ettiği rejim ve yönetimleri sert bir dille eleştiren Nursî, hürriyet ve meşverete dayalı bir halk egemenliği, bir başka deyişle gerçek mânâda bir demokrasi prensibini savunmuş; kuvvetini tek bir şahsa dayandıran istibdadın bu yolla ortadan kalkacağını ve toplumsal yaraların da böyle iyileşeceğini belirtmiştir.”

ÖNEMLİ PARALELLİK: ŞİDDETE HAYIR

“Hem Arap ülkelerindeki son halk hareketlerinde, hem de Said Nursî’nin söylemlerinde şiddet unsurunun barınmıyor olması, önemli bir paralellik. Nursî’nin şiddetsiz eylem türünü savunduğu, Şam’da yaptığı yenilenme çağrısında buna dair hiçbir unsura rastlanmamasından da anlaşılıyor.”

1911’den 2011’e, hürriyet ve demokrasi mücadelesi

BİRKAÇ kaç aydır dünya gündemini Arap coğrafyasında meydana gelen gelişmeler meşgul ediyor. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan ve ilk olarak Tunus’ta başlayan bu olgu, Mısır ve diğer Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin bu ülkeyi, yani Tunus’u takip etmesiyle geniş bir coğrafyada kendisini gösterdi. Aslına bakılacak olursa, uzun yıllar boyunca bu coğrafya hep belli konular çerçevesinde gündeme geldi. Bölge, iktidar odaklı gerginlikler, insan hak ve özgürlüklerine yönelik ihlaller, despot ve baskıcı rejimler ve sindirilmiş halklar gibi başlıklarla insanların dikkatine sunuldu. Bugünse son olaylarla birlikte rüzgârın artık başka yönden estiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bir süredir bölgenin adı halkların özgürlük talepleriyle birlikte anılır oldu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu halkları, özgürlük serüvenlerinde her ne kadar birbirlerinden farklılaşmış olsa da, bu halklar ortak bir tavır olarak, modern teknolojinin imkânlarından faydalanarak, özgürlük, eşit muamele, ekonomik ferah, insanca yaşam gibi taleplerde bulunuyorlar.

Tunus ve Mısır’da halk ayaklanarak despotlukla suçladıkları liderlerini ülke yönetiminden uzaklaştırmayı başardı. Ancak aynı durum Libya ve epeyce zamandır halk gösterilerine şahit olunan Suriye için söz konusu değil. Libya’da Kaddâfî’nin iktidarı bırakmamaktaki kararlılığı ve buna karşılık NATO’nun askerî müdahalesiyle birlikte bu ülkede tansiyonun yükseldiğine şahit olmaktayız. Bu durumdan en çok etkilenen hiç şüphesiz Muammer Kaddâfî rejiminin işbirlikçisi silahlı güçlerinin şiddet uygulamaları ve Amerika, Fransa ve İngiltere öncülüğünde yapılan NATO saldırıları ortasında kalan Libya halkının olduğunu görmekteyiz.

Öbür tarafta da bir yandan mevcut rejimi korumaya niyetli bir yönetim, diğer yönden özgürlüklerde ısrarlı Suriye halkı. Sonuç ise son günlerde çatışmaların iyice alevlendiği gerçeği. Ne gariptir ki yaklaşık yüz yıl önce Suriye, içerisinde yer aldığı İslam toplumunun sorunlarının tartışılması için ev sahipliği yapmıştı: Suriye’deki Emevî Camii’nde İslam âleminin içinde bulunduğu durumun detaylı bir analizi yapılmış, yenilik arzusu dile getirilmiş. Said Nursi’nin bu toplantıda, yaptığı analizde Müslüman toplumlarının sıkıntılarının neler olduğunu ve bu kötü gidişata son verebilecek çözümlerin neler olabileceğini tesbit ettiğini görmekteyiz. Kendi ifadesiyle “Müslümanların altı hastalığına” uygulanacak en müessir reçetenin ümitvar olmak, dürüstlük ve samimiyet, muhabbet, hürriyet, meşveret ve şûraya dayalı köklü bir değişim olabileceği vurgusunu yapmaktadır (1). Biz bu makalede Said Nursi’nin birçok eserinde odak noktasına yerleştirdiği ‘hürriyet’, ‘demokrasi’ gibi anahtar terimlerden yola çıkarak Arap dünyasında dalga dalga yayılan ‘değişim’ sürecini analiz etmeye çalışacağız.

Hiç kuşkusuz, Said Nursi’nin sarf ettiği “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” sözleri, onun hürriyete bakış açısını anlamak için önemli bir referans olarak karşımıza çıkmaktadır. Nursi’nin İstanbul Sultanahmet meydanında ve Selanik’te gerçekleştirdiği Hürriyete Hitap nutukları, değişik gazetelerde kaleme aldığı makaleler; hapsedilme, tımarhaneye gönderilme tehlikesinin bulunduğu bir durumda padişah II. Abdülhamid’e muhalefet etmesi bunun en önemli örnekleri olarak sayılabilir. Her ne kadar dönemin koşullarında “hür insan” denince akla ilk gelen “siyasî hürriyet” olsa da, Said Nursi’ye göre aslında bunun başta “ilmî hürriyet” olmak üzere bütün hürriyetleri kapsadığı görülmektedir: “Zîrâ meşrûtiyet hükümete düştüğü vakit, fikr-i hürriyet meşrûtiyeti her vecihle uyandırır. Her nevide, her taifede onun san’atına ait bir nevi meşrutiyeti tevlid eder. Hattâ ulemâda, medâriste, talebede bir nevi meşrûtiyeti intâc eder “(2). Said Nursi‘nin ifadesiyle, “taklîdin pederi ve istibdâdı siyâsînin veledi olan istibdâdı ilmîdir“ (3). Nursi‘nin istibdada dayanan rejimlerin ve yönetimlerin toplumumun her katmanına yayılan istibdadın sorumlusu olduğu ve bu istibdâdların hayatı zehirlediği (4) tesbitinden yola çıkarsak,  Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarının yukarıda belirttiğimiz sebeplerinin içinde, neden özgürlüklerin kısıtlanmasının yanında ekonomik ve sosyal adaletsizliğe de vurgu yapıldığını anlamak zor olmayacaktır .

Nursi‘nin otokratik ve despot diye adlandırdığı döneminin rejimlerine karşı hürriyet odaklı mücadelesinin en  somut örneği olarak yukarıda değindiğimiz Hürriyete Hitap nutukları zikredilebilir. Said Nursi‘nin istibdada karşı takındığı muhalif tutumunu açık ve kesin bir dille ifade ettiğini söylemek mümkündür. Despot karaktere bürünmekle itham ettiği rejim ve yönetimleri sert bir dille eleştiren Nursi, hürriyet ve meşverete dayalı bir halk egemenliği , bir başka deyişle gerçek mânâda bir “demokrasi“ prensibini savunduğu anlaşılmaktadır (5). Diğer yandan Nursi‘nin bu konulardaki görüşlerini yaymak için, yazdığı makaleler ve gerçekleştirdiği nutukların yanı sıra başka yöntemlere başvurduğu da bilinmektedir. Bu çabaların en önemlisi olarak Nursi‘nin ülkenin doğusundan batısına kadar uzanan geniş bir alanda toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme olarak nitelendirilebilecek faaliyetlere girişmesi gösterilebilir. Burada belki de en dikkate değer husus Said Nursi‘nin savunduğu değerleri şark aşiretlerine telgraf yoluyla haberdar etmeyi yeterli görmemesi (6) , yanlış algılara sebebiyet vermemek için bu aşiretlerle daha yakından ilgilenmeyi tercih ederek, soru-cevap şeklinde geçen görüşmeler yoluyla onları meşrûtiyetin güzellikleri ve istibdadın fenalıkları konusunda aydınlatma çabasına girmesidir (7).

Kuvvetini kanundan alan meşrûtiyet prensibinin bütün toplumsal yaraları iyileştirici olduğunu belirten Said Nursi‘nin, kuvvetini tek bir şahsa dayandıran istibdadın da bu yolla ortadan kalkacağını savunmakta olduğunu görmekteyiz (8) . Emevî Camiinde yaptığı konuşmadan bir süre önce Kürt aşiretleriyle gerçekleştirdiği bu görüşmelerde Said Nursi halka çağrı yapmış, halk cesaret gösterip istibdâdlara karşı çıkmadığı, hürriyete ve demokrasiye yönelmediği takdirde bu durumun yüz yıl daha süreceğini belirtmiştir (9). Nitekim Arap halklarının ülkelerindeki başlıca benzerlik olurken bu ayaklanmaların büyük bir coşkuyla yürütülmesi de yine Said Nursi‘nin içinde bulunulan durumdan çıkılması için ilk ‘hastalık‘ olan ümitsizliğin üstesinden gelinmesi gerektiği sözlerini akla getirmektedir.

Danton‘un “cesaret, daha da cesaret, hep cesaret“ sözünü hatırlarsak, şimdiye kadar karşımıza, özgürlükler, insan hakları ve demokrasi konularında üzerlerine yapışan olumsuz imajın kurbanı olarak çıkan Arap halklarının, kendilerine biçilen bu rolden sıyrılıp hürriyetleri uğruna her şeyi göze alma cesaretinde bulunduklarını gözlemlemekteyiz. Said Nursi’nin değişim ve yenilenmeye giden yolda ilk adımın irade gösterilmesi olduğu tesbitini göz önünde bulundurursak, Arap coğrafyasında meydana gelen gelişmelerin baş aktörü olan ve uzun yıllar hürriyetlerinden ve temel haklarından mahrum bırakılan halkın alışa gelmiş duruma son verme çabası ve iradesi, kendisi hakkındaki ezberlerin bozulmasında önemli faktör olarak değerlendirilmektedir.
Belki de en önemli paralellik ise hem son halk hareketlerinde hem de Said Nursi’nin söylemlerinde şiddet unsurunun barınmıyor olmasıdır. Yukarıda da değinildiği gibi genelde gerginlik ve şiddet olayları özelinde gündeme gelen bölgede halk hareketleri şiddetten uzak bir karakterde gerçekleşmiştir. Mesela Tunus ve Mısır yönetimi silahsız pasifist halk hareketleriyle devrilmiştir. Halen devam eden eylemlerde de yine halkın şiddetten uzak durduğu görülmektedir. Arap halkının özgürlük sürecini, düşüncelerinden hareketle analiz ettiğimiz Said Nursi’nin de şiddetsiz eylem türünü savunduğu, Şam’daki Arap ve Müslüman toplumlarına yaptığı yenilenme çağrısında buna dair hiç bir unsura rastlanmamasından da anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak, herhangi bir değişim fikrinin dahi “imkânsız” veya “düşünülemez” olarak görüldüğü Arap coğrafyasında, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını tahmin etmek zor değil. Bir kaç zamandır duraklamış veya sekteye uğramış olarak değerlendirilmişse de, Arap dünyasını saran özgürlük rüzgârlarının etkilerinin farklı biçimlerde karşımıza çıktığı görülmektedir. Birkaç Arap ülkesinde başlatılan “Arap Baharlarının” başarıya ulaşması uzun zaman gerektirebilir. Uzun yıllar hayatın her alanına kökleşmiş baskılardan birkaç hafta içinde kurtulmayı istemek bölgenin gerçeklerine uymamaktadır. Arap halklarının despot rejimlere ve yöneticilerine karşı hayatları pahasına da olsa hürriyet ve demokrasi mücadelesinde sergiledikleri cesur tavır sonrası, 1789 devrimi sonrası Hegel‘in vurguladığı gibi “muhteşem bir güneş” doğmuştur. Ancak doğan bu güneşin önündeki bulutların dağılmasının ne kadar sürebileceği, onları dağıtacak bu rüzgârların ömürlerinin ne kadar olduğu ve neleri değiştirecekleri, neleri yenileyecekleri her ülkenin kendi iç dinamiklerinde saklıdır .

1) Bakınız Hutbe-i Şâmiyye, s. 1961-1980, 2) Münâzarât, İfâde-i Meram ve Uzunca Bir Mâzaret, s. 31, 3) Bakınız a.g.e., s. 22, 4) Bakınız a.g.e., s. 34, 5) Daha fazla detay için bakınız Dîvân-ı Harb-i Örfiî s. 1932-1935, 6) Bakınız a.g.e, s. 1921, 7) Münâzarât, ss. 1941-1943, 8) “Nutk-u Sabıkın Neticesi“, Kürt Teâvün ve Terakki Gazetesi, 6 (9 ocak 1909), s. 44, 9) Münâzarât, İfâde-i Mâzeret, s. 29.

Müşerref Yardım

Taraf, 29.6.2011

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*