Yüceleştirme Mekanizması

Image
Son zamanlarda, toplumları büyük oranda etkisi altına alan ve beklentilerin çok üstünde kişilerin hayatında etki gösteren futbol olgusu, toplum psikolojisi açısından ele alındığında alt yapısını bazı savunma mekanizmalarının oluşturduğu bir hal olarak karşımıza çıkmaktadır. Yirmi iki kişinin peşinden koşturduğu bir meşin yuvarlağın üç direk arasından geçirilip geçirilemediği konusunun dünyanın en büyük meselelerinden biri haline dönüşmesi gerçekten ilginç ve ekonomik olduğu kadar psikososyal açıdan da ele alınması gereken bir durum olmalıdır.

 

Bu ve benzeri pek çok spor dalının amatörlükten çok bir sektör ve büyük bir pazar haline dönüşmüş olarak icra edilmesi ve bunun dünya genelinde makes bulması, toplumların kolektif şuurlarında ve şuuraltı derinliklerde bazı psikolojik faktörlerle bağlantılı olmalıdır. Bu durumla ilgili savunma mekanizmalarından biri de “yüceleştirme” olsa gerek. Yüceleştirme, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanımıyla şöyle: “Birey, emosyonel çatışma ya da iç ve dış stres etkenlerine, kuvvetli uyumsuz duygu ve dürtülerini sosyal olarak kabul gören davranışlara yönlendirerek tepki verir. (Örn: Öfke içeren dürtüleri yakın temas sporlarına yönlendirme)”

Varlık alemi içinde temel problemi, varlığı ve kendini tanımlamak olan fert, çevresinin ve olayların ruh boyutunda oluşturduğu fırtınalar ve dalgalanmalara karşı ayakta kalabilmek için kuvvelere tutunacaktır. Kendisi için yararlı olan şeyleri benliğine yöneltmeye çalıştığı “şehevi” kuvveleri, zararlı şeyleri benliğinden uzak tutmaya çalıştığı “gadabi” kuvveleri ve faydalı ve zararlı olanları ayırt etmeye yarayan “akli” kuvveleri varlık aleminin kargaşası içinde ferde bir yol çizer. Bu kuvvelerin tezahürleri günümüz psikiyatrisinin terminolojisine “dürtüler” olarak girmiştir. Bunların vasat ve her iki yöndeki aşırılık noktalarından geçen fertler adedince kişilik tipleri varlık alemi içinde ve sosyal hayatta bir yer edinme gayreti içindedir. Arzular, hırslar, ihtiraslar, sevgiler, menfaat çatışmaları, mücadele ve kin, nefret, aşk gibi duygular bu tablonun sosyal hayata yansıması olmalıdır.

Bu yapı içinde her fert önemli olmak, saygın konumda olmak, kaale alınmak ister. Bu aslında imtihanının ve insanlık tanımının merkezinde yer alan benlik duygusunun hayata yansımasıdır. Bu tanım, Rabb-ı Rahim’den bağlantısı kopuk ve varlık alemi içinde tek başına bir benlik şeklinde olursa, yukarıda sıralananların her biri duygusal çatışmalara ve stres faktörlerine dönüşecektir. Bu kargaşa içinde kendi tanımını netleştiremeyen fert, bir topluluk mensubu olma ve grup oluşturmaktan kaynaklanan bir güç hissetme eğilimi içine girecektir. Bu şekilde bahsettiğimiz stres faktörleriyle baş etmeye çalışır; iç çatışmalar, kompleksler, umduğunu bulamama ve zaman zaman çaresizliklerle yüzleşir.

Bunların doğurduğu taşkınlıklar ve saldırganlıklar çoğunlukla toplumun genel değer yargıları tarafından frenlenir. Bu Freud’un yaklaşımı ile egonun süper ego tarafından baskılanmasıdır. İşte, bu noktada yüceleştirme mekanizması devreye girecek ve bu mekanizmanın yürütülmesinde futbol çok önemli bir boşluğu dolduracaktır. Bu faaliyetler içinde fanatiklik boyutuna varan ölçüde yer alan kişiler bir gruba mensubiyetin güven duygusunu, başarılarla yaşanan gururu, stresini toplumun makul karşıladığı zeminlerde tezahüratlarla boşaltma imkanı bulacaktır. Farkında olmadan şuur altındaki problemlerin cevabını bulduğu bu faaliyeti içindeki savunma mekanizması ve dürtüleri yüceleştirecektir. Birkaç gün önce, Arjantin’de Maradona isimli futbolcunun doğum gününde taşkınca kutlamalar ve şahsın peygamber ilan edilmesine kadar varan ölçüsüzlükler ruhların derinliklerinde bu hali barındırıyor olmalıdırlar. Yine gençlerin şöhret olmak yolundaki gayretleri ve bu uğurda ödenen bedeller, şöhreti yakalamış şahısların oda duvarlarını süslemesi, hatta ilahçıklar haline dönüştürülmeleri varlık fırtınaları ve dalgalanmaları karşısında rotasını şaşırmış çaresizlerin kendilerini savunma mekanizmaları olarak ortaya çıkmaktadır.

Her şeyde olduğu gibi, bu durumda da istikamet Halık-ı Külli’ Şey ile bağlantılı, O’ndan olduğu bilinen bir varlık anlayışı ile mümkündür. Mensubiyet duygusunun en istikametli şekilde hissedileceği durum benliğin nübüvvet silsilesi ile mümkündür. Yani Hazret-i Adem’den (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) kadar insanlık alemine dal budak salmış iyilik ağacının zamana uzantısı, asra uzanan dalında bir meyve olduğunu hissetmek mensubiyet duygusu adına yaşanabilecek en güzel hal olmalıdır. Kendine yansıtarak ve grup psikolojisi içinde, mensubu olduğu gruptan birilerinin şerefiyle şereflenmek ve varlığını anlamlandırmak için insanlık nevinden Hazret-i Muhammed (a.s.m.) gibi bir şahsiyetin çıkmış olması yeter. Böyle bir gruba mensubiyet ve öyle bir Zatın (a.s.m.) yüceleştirilmesi ile kendi varlığını anlamlı kılmak, sosyal hayatın ve benliğin en yüce noktası olmalıdır. Bu hal benliğine varlığa ve sosyal hayata benlik adına değil, Halık adına bakmanın işaretidir. Varlığı kendi içinde ve maddi planda anlamlandırmakla sahipsiz ve çaresiz, başıboş algılanan bir alem yerine her şeyin gücünü ve bütün özelliklerini Kadir-i Külli’ Şey’den aldığı kontrollü ve isitikametli bir alem algısının ferdi plandaki emniyetini yaşamaktır.

Bütün savunma mekanizmaları, istikametinde kullanıldığında, yani sırat-ı müstakim üzerinde olduğunda ferdin maddi ve manevi hayatını kolaylaştıran nimetlerdir. Ancak, mülk alemine, sınırlı ve maddi dünyanın içine hapsolmuş, her şeyin kendi benlik ve varlık alanına yer açmak için mücadele içinde olduğu bir algıda bu mekanizmalar hep savunmanın, kaçışın, kendine ve aleme yabancılığın sonucu hissedilen vahşetten uzaklaşmanın zemini olacaklardır. Bu anlamda, büyütülen, yüceleştirilen ve putlaştırılan ve ardından medet umulan hiçbir dünyevi ilahın, maddeden oluşmuş putun, vehmi bir güce dayanan unsurun faydası olmayacaktır. İnsanlık tarihi bu türden, yüceleştirilmiş, ilahlaştırılmış nefsin kendinde görmek istediği kudret yansıtılmış putların enkazları ile doludur. Yani, kendilerine bile hayırları dokunmayan bu “yüce”lerden beklentiler boşa çıkmaya mahkumdur.

Özünde acz ve fakr olan fert bunların oluşturduğu duygu çatışması ve stresten kurtulmak için bir anlamda yüceleştirme mekanizmasına muhtaçtır. Ancak yüceleştirilmeye en layık olan, bütün sıfatları ile ekber olan Zat-ı Zül’cemal ve maddi alemde O’nun güzelliklerini en iyi şekilde yansıtan Hazret-i Muhammed (a.s.m.)’dır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*