Yunus Aleyhisselam

Hazreti Yunus (as), Asurluların başşehri olan ve bugünkü Musul yakınlarında bulunan Ninova’da doğdu. O dönemde Ninova, nüfusu yüz bini aşan önemli bir şehirdi. Hazreti Yunus (as) “İbn Metta” namıyla meşhur olmakla beraber, denize atıldıktan sonra bir yunus balığı tarafından yutulduğundan dolayı, Kur’an-ı Kerim’de, balık sahibi anlamına gelen “Zennun” ve “Sahib-i Hut” unvanlarıyla anılır.

Yunus Aleyhisselam doğduğu sırada, İsrailoğulları, Asurluların esareti altında yaşıyorlardı. Toplum ahlakî yönden yozlaşmış ve putlara tapıyorlardı. Hazreti Yunus, delikanlılık döneminde, dürüstlüğü, yardımseverliliği ve güvenilirliği ile şöhret buldu. Otuz yaşında peygamberlik vazifesi ile görevlendirildi.

Otuz üç yıl boyunca, kavmini doğruluğa, dürüstlüğe ve Cenab-ı Hakk’a inanmaya davet etti. Ancak, bütün çabalarına rağmen ona inananların ve iman edenlerin sayısı sadece iki kişiden ibaretti. Allah’a inanma ihtimali ortadan kalkınca, kendilerine büyük bir azabın geleceğini haber vererek ve tenha bir yere çekildi.

Bu olaydan yaklaşık kırk gün geçtikten sonra, hava kararmaya, sert rüzgarlar esmeye ve korkunç sesler gelmeye başladı. Haber verilen azabın geldiğinin farkına varan halk, her yerde Yunus Aleyhisselamı aramaya başladılar. Hz. Yunus’u bulamayınca şehri terk ederek “Tövbe Tepesi” denilen yerde Allah’a yalvarmaya ve dua etmeye başladılar. Yüce Allah tövbelerini kabul etti.

Allah’ın peygamberinin bütün çabalarına ve en ağır cezayı hak etmelerine rağmen, azabın geldiğini gördükleri esnada yaptıkları duanın kabul edilmesi çok dikkat çekici olup, duanın ehemmiyetine büyük bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “bana dua edin, kabul edeyim…” (Mü’min, 60), “Allah, iman edip iyi işler yapanların tövbesini kabul eder, lütfundan onlara, fazlasını verir…” (Şura, 26) ayetleriyle müminler dua etmeye davet edilmektedir. Söz konusu kavimle ilgili olarak dikkat çeken diğer bir nokta da azabın gelmeye başlamasından ve bir bakıma imtihan sırrının ortadan kalkarak inanmak zorunda kalmalarından sonra, istisnai olarak, Yunus Aleyhisselamın kavminin duası ve tövbelerinin kabul edilmesidir.

Kavmini terk ettikten sonra olanlardan haberi olmayan Yunus Aleyhisselam, bölgeyi terk ederek, Dicle’nin kenarına geldi. Burada bir gemiye binerek uzaklaşmak isteyen Yunus Aleyhisselamın gemisi, kıyıdan uzaklaştıktan bir süre sonra, hiç beklenmedik bir anda durdu. Tüm çalışma ve araştırmalara rağmen gemide herhangi bir arızaya rastlanmadı. Geminin batmasından korkularak, durum bir uğursuzluk olarak algılanarak olayın sorumlusu aranmaya başlandı. O günkü geleneklere göre efendisinin izni olmadan kaçan birinin aralarında olduğuna hükmedildi. Söz konusu kişiyi tespit etmek maksadıyla kura çekildi ve bu kura Yunus Aleyhisselama isabet etti. Hatasını kabul edince de gemidekiler tarafından suya atıldı.

Suya atıldıktan sonra, bir Yunus balığı tarafından yutuldu. Kurtuluş için bütün sebepler tükenmiş bir vaziyet arz ediyordu. Cenab-ı Hakk’ın inayetinden başka hiçbir güç onu kurtaramazdı ve Ondan başka sığınacak hiçbir yer yoktu. “Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hut ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı. Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hût’u musahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hût’un karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı…”(Lem’alar, s. 12.)

Yunus Aleyhisselam, Rabbine yönelerek şu niyazda bulundu; “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Ben nefsime zulmedenlerden oldum”. Samimi bir şekilde yapılan bu duayı kabul eden Allah, Onu selamet sahiline çıkardı. Balık kıyıya yanaştıktan sonra onu kıyıya attı. Kur’an-ı Kerim’de, “Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı” (Saffat; 143-144) demek suretiyle, yapılan duanın samimi bir dua olduğuna işaret edilmektedir. Kıyıya bitkin bin vaziyette çıkan Yunus (as), zayıflamış ve kendini koruyamayacak halde idi. Sinek ve haşerelerin rahatsız etmemesi için, Allah tarafından, çabuk büyüyüp yükselen bir bitkinin (şecere-i yaktin yani kabak ağacı) yapraklarıyla gölgelendirildi. Böylece hem güneşin yakıcı sıcaklığından hem de haşereler tarafından rahatsız edilmekten korundu.

Yarım bıraktığı vazifesini tamamlamak üzere Ninova’ya geri döndü. Halkı tekrar irşat etmeye başladı. İman eden halk, zülüm ve küfrü tamamen terk etti. Uzun bir süre huzur ve sükun hüküm sürdü. Daha sonra memleketin doğusunda ve batısında meydana gelen hadiselere paralel olarak huzur tekrar bozuldu. Vazifesini tamamlayan Yunus (as), Ninova’dan ayrılarak sakin bir yere çekildi ve 83 yaşında, vazifesini tamamlamış olmanın huzuruyla Hakkın rahmetine kavuştu.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerden olan Yunus (as)’ın kıssası, çok önemli mesajlar içermektedir. Mesela, her ne sebeple olursa olsun, her insanın kendi vazifesini tamamlaması, en ağır şartlarda bile Allah’tan ümidin kesilmeyerek dua edilmesi, bilhassa tövbe ve istiğfarın son nefese kadar yapılması gibi dersler vermektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*