Yüzü halketmek, yüzü nakletmek

Unutma küçük bir kâinatsın sen,
Âlemde ne varsa sende bulunur.
Hikmetle yapılmış bir saraysın sen,
Bin bir sanat bir bedende bulunur.

İnsan, bedeninde taşıdığı uzuvların ne kadar kıymetli olduğunu, onlardan birisini kısmen veya tamamen kaybettiği zaman daha iyi anlıyor. Onu geri kazanabilmek için her türlü maddî ve manevî fedakârlığa razı oluyor. Protez bir el, kol veya bacak için servetini harcayan insanlar var. Halbuki en gelişmiş ve en hassas bir protez organ, aslının yerini tutamıyor. Bu yüzden tabipler eksik organları protez yoluyla değil de, canlı dokuları nakletmekle tamamlamak için çalışmalar yapmışlar, bundan da başarılı sonuçlar elde etmişlerdir.

Ülkemizde gerçekleştirilen organ nakilleri de bu başarılı çalışmaların bir sonucu olarak tıp tarihine geçmiş bulunuyor. Özellikle dünyada başarı ile gerçekleştirilen ilk nakillerden olan yüz nakli ameliyatı, ülkemiz adına da bir yüz akı olarak kabul ediliyor. Biz de bu kanaate katılıyor ve bu nakli gerçekleştiren doktor ve diğer sağlık personelimizi tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Tıp tarihinde çığır açtığı kabul edilen ve bu kadar övgü, tebrik ve takdire neden olan olay, yeni bir organ üretmek değil, var olan bir organı bir yerden alıp, başka bir yere monte etmekten ibarettir. Olaya bu gözle baktığımızda, en büyük tebrike, takdire ve tazime layık olanın, o organı doku dediğimiz hücre grupları ile dokuyan, ona bir şekil vererek yerine takan Sâni-i Zülcemâl olduğunu görürüz.

O öyle bir Sanatkârdır ki, hava, su toprak gibi basit unsurlardan en lâtif, en kıymetli, en sanatlı, en lüzumlu organları icat eder. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “zîhayatın yediği gayet muhtelifü’l-cins taamlardan o zîhayata bir lâhm-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san’atlar, Zat-ı Ehad-i Samed olan Sultan-ı Ezel ve Ebedin sikke-i hassasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklit edilmez bir turasıdır.” (Sözler, 8. Söz)

Gerçekten de, hiçbir organın taklidi aslının yerini tutmadığı gibi, işlevce ve sanatça yanına bile yaklaşamıyor. Onun için, Akdeniz Üniversitesi’nde kendisine kol nakli yapılan Atilla Kavdır’ın on yaşındaki kızı, “En büyük isteğim, babamın elinden tutup gezmek” diyor. Protez bir elin plastik veya metalik soğukluğuna değil, canlı bir elin sıcaklığına dokunmak istiyor. Zira dünyanın en pahalı ve en güzel protez eli, o çocuğun elinde bir anlam taşımaz. Ona babasının elinin sıcaklığını vermez. Ancak damarlarında kan dolaşan, hücrelerinde can taşıyan bir elin sıcaklığı o çocuğu mutlu edebilir.

Yüz nakli ise, el ve kol naklinden daha önemli olarak kabul edilebilir. Çünkü bir yüzde yüzlerce hikmet, sanat ve alâmet vardır. Dünyada ne kadar insan varsa, ve bugüne kadar ne kadar insan gelmiş geçmiş ise, hiç bir yüz başka bir yüze benzememiştir. Yüz, sadece bir deri parçasından ibaret değildir. Her yüze ayrı bir mühür vurulmuş, farklı bir sima çizilmiştir. İnsanın kimliği, kişiliği, seviyesi, seciyesi, yüzünden okunur. Sevinci, kederi, korkusu ve heyecanı yüzüne yansır. Yüz aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın yüzlerce isim ve sıfatının da cilvelerini yansıtır.

Yüzünde bu kadar sanat ve hikmet taşıyan yüz, Rabbânî tezgâhtan dokunan bir “cild-i basit”tir. Yani insanın cephesine giydirilmiş lâtif bir elbisedir. Yüz nakli dediğimiz olay ise, bir yüzdeki bu elbiseyi çıkartıp, başka bir yüze giydirmektir. Yani bir nevî terziliktir. Doktorlara yapılan bu kadar övgü ve takdir terzilik görevini güzelce yerine getirmelerinden dolayıdır. Ama unutmamak gerekir ki, bu yüzün kumaşı kudret tezgâhında dokunmuş, ziyneti Cemil-i Zülcelâl tarafından takılmıştır.

Doktorların yaptığı iş elbette önemlidir. Büyük bir başarıdır. Ancak, yüzü nakleden doktorlara bu kadar övgüler yağdırıp takdir ederken, o yüzü hâlk eden Rabbimizi unutursak, büyük bir gaflet ve dalâlet içine düşmüş oluruz. Bir şeyi yoktan hâlk etmek, var olan bir şeyi başka bir yere nakletmekten çok daha önemli olduğu gibi, hâlk eden de nakledenden çok daha fazla övgüye, takdire ve tazime lâyıktır.

Bu arada organ bağışı yapanları da saygı ve rahmetle anmak gerekir. Onlar, artık kendilerine lâzım olmayacak bir organı, ihtiyacı olan birisine bağışlamakla duâ ve teşekkürü hak ediyorlar. Ama, unutmayalım ki, bedenimizde taşıdığımız tüm organlarımız ve kalbimizde taşıdığımız tüm duygularımız da bize Cenab-ı Hak tarafından doğuştan bağışlanmıştı. Bize bu kadar organı bağışlayan Rabbimize kulluk ederek teşekkür etmeyi de unutmayalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*