Zâhiren dindar, gerçekte müfteri

Risâle-i Nur’a ve bu eserlerin müellifi olan Üstad Bediüzzaman’a yapılan alçakça saldırı ve iftiralar berdevam olduğundan, izzetli bir duruşla hak nâmına yaptığımız izahlı müdafaaların da aynen devam edip gideceğini dost-düşman herkesin bilmesi lâzım.
Özetle, bu meydan boş değil ve kıyamete yakın bir zamana kadar da inşaallah boş bırakılmayacak.

Öyle anlaşılıyor ki, münafıkane saldırılar da, mü’minane müdafaalar da, bazen azalıp bazen çoğalarak kendi mecrâlarında sürüp gidecek.

Bu durum, hem imtihan dünyasının, hem de dehşetli âhirzaman hadisâtının bir cilvesini yansıtıyor.

* * *

Dindar olmayanların bir mesele hakkında yalanlar uydurması veya iftiralara tevessül etmesi normaldir… Dindar görünen veya öyle bilinen kimselerin aynı yola tevessül etmesi normal olmadığı gibi, yaptığı melânetin şiddet ve huşûnet derecesi de ötekine nazaran daha yüksek dozda ve çok daha yıkıcı olabiliyor.

Bir de, o yalan ve iftiralara kin ve garaz, inat ve intikam duygularını da katarak düşmanlığı sürdürüyorsa, “Can çıkmayınca, huy çıkmaz” türünden bir saldırıyla karşı karşıyasınız demektir.

Nitekim, 2004 tarihli Siyaset Belgesinde yer alan “Risâle-i Nur Hareketi ile etkin mücadele” kararının ihalesini alan taşeron kişi ve çevrelerde aynı türden iftiralı saldırıları açıkça görebilmekteyiz.

Bunlar, zâhiren “dindar” görünmekle beraber, gerçekte ya kandırılmış, oyuna getirilmiş zavallılardır, ya da Nur Hareketine karşı kin ve garaz yüklü muannidlerdir. Ki, böylelerinden daha etkin bir düşman bulunmaz ve azmettiriciler de bulamamışlardır.

İnadın gözü kör

Evet, yerinde ve usûlünce kullanılmayan “aşk” duygusu gibi “inad”ın da gözü kördür.

İnsanda hükmeden bu iki kuvvetli duyguyu, Cenâb-ı Hak, yerinde kullanmak, yani hakka yönelmek ve “hakta sebat” etmek için vermiş. İnsan ise, ya gafletinden, ya cehaletinden, ya da bozuk mizacından dolayı tutup bunları yaratılış maksadının dışında kullanıyor. Böyle yapmakla da, elbette ki büyük zarar ediyor, azim hasârete düşüyor.

İşte, kendilerini böylesine azim bir hasaretin içine atan muannitlerden bazıları, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bilhassa 2004’ten sonra Üstad Bediüzzaman’ı karalamaya çalışmakla, ona iftira etmekle meşguller. İftiralarında o derece inat ediyorlar ki, âdeta başka birşeyle meşgul olamayacak bir duruma düşüyorlar.

Bu sebeple, mükerreren yaptığımız izahların, onların akıl ve vicdanları üzerinde müsbet tesir uyandırmıyor. Çünkü, bu müfteriler inat batağına düşmüşler. Orada debelenip duruyorlar. Çırpındıkça batıyorlar ve bütün ehl-i vicdanı da adım adım aleyhlerine sevk ediyorlar.

Denilebilir ki: “Bu dindar görünümlü kişileri o batağın içine kim veya kimler itti?”

İşte bütün mesele orada ve asıl düğüm o merkezdedir.

* * *

Evet, artık hiç şüphemiz kalmadı ki, gizli bir merkez, sinsî bir odak bunları maşa olarak kullanıp Risâle-i Nur’un aleyhine sevk ediyor.

Zira, yıllardır hak ve hakikatin açık sûretini çıkarıp tâ gözlerinin içine sokuyoruz, yine de görmüyorlar veya görmek istemiyorlar.

Görmüyorlar. Çünkü iftirada inat ediyorlar. Böylesi inat ise, sahibini elbette kör eder.

Göremiyorlar. Çünkü, başkasının gözüyle, yahut yönlendirmesiyle bakıyorlar. Öyle baktıran bir göz ise, gerçeği olduğu gibi görmelerini istemiyor.

O halde, biz de meydandaki açık gerçeği dahi görmeyen ve görmek istemeyen öyle kimselere değil, belki perde arkasında gizlenmiş art niyetli, münafık tabiatlılara hitap ederek konuşalım.

Ey kendini kamufle etmiş bedbahtlar! Bilin ki, ortaya attığınız bu son oyun da tutmayacak. Yine hevesiniz kursağınızda kalacak. Bu yalan yamalarla asla dikiş tutturamayacaksınız. Hatta, odunun ateşi parlatması gibi, bu üfürüklerinizle siz hakikat nurunun daha da parlamasına vesile olacaksınız. Çünkü, sizin şu yalan kampanyanıza karşı, hakikatin sesi bundan böyle daha da gür çıkacak. Ve, bir tek dâne-i hakikat, sizin bir harman yalanınızı yakıp kül edecek.

İşte o koca yalan harmanını yakıp kül edecek olan bir hakikat kıvılcımı şudur ki: Üstad Bediüzzaman, Talebeleri ve Nur Risâleleri, tam elli sene müddetle (1935-85), şeytanın aklına dahi gelmeyecek türlü itham ve isnatlarla sevk edildikleri binlerce mahkemeden geçerek, sonunda beraat edip aklandılar. Yarım asır boyunca, onlara atılmadık iftira, verilmedik sıkıntı, çektirilmedik işkence kalmadı. Sonuç, yine beraat ve daima beraat. Üstelik, ne kin ve intikam duygusu var onlarda, ne de pes edip teslim olmak.

Varın, gerisini siz düşünün artık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*