Zaman, cemaate lâyık olmak zamanıdır

Namazlı, niyazlı insanlar var. Dinin diğer evamirini de yerine getiriyorlar. Ama aynı insanlar günahlardan da o kadar ciddî kaçınmıyorlar.
Meselâ ekranlardaki günahlara karşı duyarlı değiller. Bir kısmında haram olan faize karşı ciddî bir direnç yok. Namazlı niyazlı iş adamı, ama diğer taraftan faizli işlerin içinde.

Bu nasıl oluyor?

İki zıt şey aynı bünyede nasıl yer alıyor?

Helâl ile haram nasıl bir bedende yaşıyor?

Burada bir bit yeniği var.

Helâl ile haram, sevap ile günah, şark ile garp kadar birbirinden uzak olması lâzım gelirken, asr-ı kıyamette aynı tezgâhta nasıl bulunur hale gelmiş?

İşte asıl tehlike budur.

Peki bu nedendir?

Her halde birinci sebebi, gaflet olsa gerektir.

Ne demek gaflet?

Allah korkusunun kişinin dünyasında ciddî bir yer etmemesi, imanın taklidî olması, Cehennem azabını hafife almak, Cenneti kazanmayı çok ciddî tutmamak gibi akla uygun düşmeyen durumlardır.

Yani neyi kazanıyorum, neyi kaybediyorumun hesabını bilmemektir. Elmas ile kömürü ayırt edememektir. Daha ne olsun!

O zaman ne olmuş oluyor?

Kişinin imanı var, ama onu haramlardan alıkoymayan bir iman oluyor. Kişinin imanı var, ama onu emirlere karşı hemen harekete geçiremiyor. Kişinin imanı var, ama onu ihlâslı olmak noktasında dinamik tutmuyor gibi onlarca iki zıt durumu ifade eden bir sonuç ortaya çıkıyor.

Bu, bir mü’mine yakışan durum değildir.

Peki o zaman ne yapmamız gerekiyor?

Her halde öncelikli olması gereken, ciddî bir temizlik yapmaktır. Yani tövbe istiğfarla işe başlamaktır. Çünkü temizlik olmadan süsleme yapılmaz, iman inşası olmaz. Yani Allah’ın varlığının, birliğinin inşası için önce kalpten Allah dışındakilerin çıkarılması gereklidir. Temizlik budur. ‘Allah’ın dışında hiçbir güç, kudret sahibi yoktur’ diyebilmektir.

Sonra, tezyin, yani süslemek gelir. Allah’a imanı o temiz zemine yerleştirmektir. İman, mü’minin süsüdür, ziynetidir. İmanın görünür hale gelmesidir, yaşanmasıdır. Davranışa dökülmesidir.

İmanlı insan, imanın gereği olan adımları atacaktır. Allah’a, O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe gibi diğer adımları. Ama bu öyle bir iman etmek olacak ki, her an Allah’ı görüyormuş gibi bir halette yaşamak olacak. Huzur-u daimi olacak.

Yani hem günahlar hem sevaplar olmayacak. Namazımı da kılarım, içkimi de içerim olmayacak. Mü’minde kâfir vasıflar bulunmayacak. Varsa da uyandığında derhal o kötü hallerden sıyrılacak, tövbe edecek.

Kırık bardakta suyun durması nasıl mümkün değilse, günahların bulunduğu insanda da imanın muhafazası zor olacaktır. Hasenatı seyyiatına galibiyeti, mağlûbiyeti noktasını sürekli göz önünde bulundurmak gereklidir.

Bunun da yolu, aslında kişinin bir şahs-ı manevî içinde yer almasıdır. Kişinin kendisinin tek başına bu kadar günah hücumları karşısında ayakta durabilmesi çok da mümkün değildir.

Cemaatin şahs-ı manevisi içinde, onların duâlarına dahil olarak, sürekli kazanan bir şirket-i maneviyeye iştirak etmiş olacaktır. Aynı zamanda kendisi de o şirketin bir hissedarı olarak o hukuku çiğnemeyecek ve kendisine düşen gerekleri de tamamlayacaktır.

Evet; zaman, cemaat zamanıdır. Allah’ın rahmeti ve bereketi cemaat üzerinedir. O zaman şahsa düşen de, cemaate lâyık olmak zamanıdır.

İnsanın iyiliğe meyli, kötülüğe mesafesi cemaatin duâ ve istiğfarını kesbi oranındadır.

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*