Zaman, değişim ve son…

Akşam ezanı okunmadan evlerimizde olan çocuklardık her birimiz.

Bu yazım ‘95 sonrası doğan gençleri kapsamamaktadır. Sorsam herhangi bir aileye “evlâdın nasıl” diye, “bulanık çağı” diye geçiştirecek belki de. Ardından devam edecek, deli dolu diyecek hatta evlâdını eleştirmekten bile korkacak. Sessizliğe gözlerindeki buğuyu koyacak.

Bir zamanlar teknolojinin bütün aletlerini evlerinde bulundurmaktan gurur duyan insanlık. Şu an onları kullanmaktan utanç duyan, ama bağımlılık yaptığı için kurtarılmayı bekleyen bir insana dönüştü.

Psikologlar- Pedagoglar- Aile Danışmanları- Psikiyatri servisleri bu kadar yoğun değildi. Akıl danışmanlarımız daha çok komşulardı veya çocuklarımızın öğretmenleriydi. Şimdi her şeyden fazlasıyla var, gidiyoruz yararlanıyoruz. Ama sonuç değişmiyor. Sizce sorun nerde acaba hiç düşündük mü?

Eskiyi gericilik olarak adlandırdık. Geçmişten konuşurken şöyle burun kıvırdık. Sözde hürriyetler kısıtlanmıştı, dar kafalılıktı. Birilerine göre belki hâlâ öyle. Sen ileri çağın annesi-babası! Nâçizâne satırlarım sizlere…

Bırakın artık hatta bıraktınız biliyorum. Artık evlâdınız size anne baba demiyor. Çünkü siz evlâdınızla arkadaşsınız, karşılıklı sorunları konuşuluyor utanmak, sıkılmak gibi kavramlar yok. Sigara içmek serbest, bir şartla habersiz araklamak yok. Bu son araklama tabirini sen öğrendin kızından hadi itiraf et annesi. Gururlusun, çünkü o kadar çok kelimeleri lügatına kattın ki… Sen ileri çağın annesisin elbette ki!

Bugün doktora götürdün 3 yaşındaki oğlunu. Çocuk Doktoru sizin Pedagogla görüşmenizi istedi.

Bizim Pedagog doktorlarımız olmadı hiçbir zaman. Gündüzleri annemiz, akşamları babamızdı. Neden üzüldüğümüzü anlayacak tek insanlardı.

Herkesin görevi vardı, görevin yanında amacı. Amaçsız bir insan yaşayamazdı. Çocukken bile amacımız farklı farklıydı. Bisiklet dediğimizde, o bisiklet hemen önümüze gelmezdi meselâ.

Biliyorum sen de bu yollardan geçtin hatta dedin ki benim bir evlâdım olsun. Leb dedi mi, leblebisini alacağım demiştin. Şimdi aldığın leblebiler hazımsızlık yaptı evlâdına ki istekler bitmiyor.

Her şeyin zamanı vardır. Zamanından önce hareket eden her canlı her zaman eksiktir.

Pedagoga sorduğun soru, “çocuğum gece kalkıyor oyun oynamak istiyor, uyumuyor, ne yapabilirim?” olmuştu.

O da sana, “kalkıp oynayacaksın, bu bir dönem düzelecek” yok öyle değil, “3 yaş sendromu”demişti galiba.

Ben sana ne sendromu olduğunu söyleyeceğim. Evlâdınla yeteri kadar ilgilenmiyorsun. Maalesef bu çocuklar bizim kadar şanslı çocuk değil biliyorum. Geçmişten bahsetmekten hoşlanmazsın, ama bu çocukların yeteri kadar oynama alanı yok, yorulmuyorlar. Koltukların üzerinde zıplasa, “aman koltuk eskiyecek,” halının üstünde zıplasa, aman alt komşu kızacak. Peki bu çocuk ne yapacak?

Bakın çocuklara şöyle bir bakın. İyi inceleyin her kelimenin sonunda “sıkıldım” iliştiriyorlar. Bu çocuklar yorulmuyor, bu çocuklar koşmuyor, bu çocukların arkadaşları yok. Bu çocukların hayvan sevgisi aşılanacak ortamları yok. Hayvanat bahçesinde koyun görüp anne ben koyun gördüm diye sevinen çocuklara çocuk diyoruz vesselâm.

Gece vakti kalkıp senden oyun bekliyorsa bir çocuk yeterince yorulmuyor. Ruhen ve fizikken eksik yaşıyor derim. Siz bu eksikliği gecenin karanlığında değil, gündüz vaktinde giderin.

Akşam ezanından sonra yerler mühürlenir derlerdi eskiden. Çocukken bu kelimeyi duyduğumda zincirli kilitler gelirdi aklıma. Ürpertici gelirdi bana.

Bizim zamanımızda gece karardığında dışarı çıkmak tehlikeliydi, gereksizdi. Aile ziyaretlerine gidilebilinirdi elbette. Erkek çocukları bazen kaçamak maç yapmak için evden çıkardı. O da bir şartla, “şu saatte evde olacaksın” diye sıkı sıkı tembihler edilirdi. Anneler cam önünde bekler o çocuk gelmeden anne o tatlı uykuya dalamazdı. Ya ona bir şey olursa? Bakıyorum şu an anne ve babalara o tatlı uykunun üstüne şerbet döküp döküp uyuyorlar. Erkek, kız ayrımı yapmadan gönülleri rahat bir şekilde gayet rahatlar evlâtları dışarda ne yapıyor demeden uyuyan anne ve babalara selâm olsun. Peki peki, siz anne baba değil arkadaşsınız ve ona güveniyorsunuz.

Şimdiki gibi internet yoktu meselâ. Korku filmi izlemezdik geceleri. Kalbimize çok fazla kirli şeyler girmezdi. Kulağa, gönle hafif duygulu, komik filmlere bakardık ailece. Evet ailece izlenebilecek filmler- diziler vardı. İki elimizle gözlerimizi kapattığımız sahneler de vardı tabi. Şimdi çocuklar o sahneleri sokak ortasında canlı canlı izlerken gözlerini dört açıyorlar. Ne var bunda değil mi? Eski çağdan kalma akıllar işte benimkisi.

Bir de öyle dışardan hazır gıda da girmezdi evlere. Veya kimse, “ben tokum dışarda yedim” gibi naralar atamazdı. Baba oturdu mu sofraya, herkes o sofrada yemese de oturacaktı. Eskiden ataerkil aile hayatımız vardı bizim ve şimdi olayı tamamen cinsiyetleştirilen temalara soktuğumuzdan onu kaldırdık. Tamamen başı boş bir ailede büyüyen evlâtlar dünyaya geldi. Hatta şunda da iddia edebilirim ki şimdi aileleri çocuklar yönetiyor desem, yeridir.

Örf ve ahlâk belki de bunu gerektirirdi. Bizler örf ve ananelerimizi ellerimizin tersiyle ittik, yerine Avrupaî dalgalanmaları hayatımızın içine soktuk.

İşte size gençlik ve deli çağım naraları atan gençlerin ibretlik hayatlarından oradan buradan hikâyeler…

Hikâyenin sonunu yazmak sana kalmış benden bu kadar vesselâm…

Meltem Kavak

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*