Zaman Hakikati

“Amma, Levh-i Mahv, İspat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Azamın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fanaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki; hakikat-i zaman odur. Evet her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kainatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv, İspat’taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir.”

Bir önceki kısmın şerhinde, ortaya, esir ekranında oyuncuların iradesinin de dikkate alındığı, kendilerine hissettirilerek yazılan ve İmam-ı Mübin adını alan senaryonun oynandığı bir hologramlar alemine benzer varlıklar alemi tablosu çizmiştik. Televizyon ekranı misalinde, elektromanyetik dalgalar şeklinde ulaşan senaryonun manyetik alan oluşturan plakalara yansıtıldığını ve tanecik üreten kısımdan akan taneciğin, manyetik plakalardan birinin içinden geçmediği takdirde ekranın her hangi bir yerine çarpabileceğini ifade etmiştik. Taneciğin önünde, ekranda kare kare tanımlanmış görüntü oluşturacak birim sayısı kadar ihtimal vardır.
Varlık aleminde görüntü oluşturabilecek bir zerre için ise, hesaba gelmez, sonsuz ihtimaller söz konusudur. Maddenin şehadet alemine yani algılanan şekle girmeden önceki hali, imkan dairesi olarak tanımlanmaktadır. “Daire-i mümkinat” tarif edilirken “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşya” açılımı kullanılmaktadır. Yani eşyanın bulunduğu dairelerden öyle biri vardır ki, orada “hem canlı-hem ölü, hem var-hem yok” olduğunun emareleri mevcuttur. “Daima mazhar olmak” tabirinin bu şekilde anlaşılabileceğinde yada böyle anlaşılması gerektiğinde bir itiraz noktası olmasa gerek. Zerrelerin hadsiz imkanlar ortasında, tereddüt halinde tarif edildiği an yada yer de bu daireye işaret ediyor olmalıdır.

Bu halin kainat kitabında zamanımıza yönelik tefsiri, Bilim ve Teknik dergisinin Ekim/2000 (395) sayısında “Kuantumun 100 Yılı” kapak konusu seçilerek geniş bir şekilde ortaya konmuştur. “Üst üste Gelme” başlıklı bölüm ise tam anlamı ile “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşya” tamlamasının tefsiri olarak kabul edilebilir. “Kuantum kuramının belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir sistemin aynı anda, birkaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal olarak böyle durumlara giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada değil de değişik noktalarda aynı anda bulunabilir. Max Born, 1926 yılında de Broglie dalgalarının fiziksel bir dalga olmadığını, bir olasılık dalgası olarak yorumlanması gerektiği düşüncesini ortaya attı. Buna göre parçacıklar de Broglie dalgasının bulunduğu her yerde bulunur; bunlar dalganın güçlü olduğu yerlerde yüksek olasılıkla, zayıf olduğu yerlerde de düşük olasılıkla bulunuyor. Böylece parçacığın konumu doğal bir belirsizlik taşır. Max Born bu çalışmasından ötürü 1954 yılında Nobel ödülünü kazandı.

“Erwin Schrödinger, üst üste gelme ilkesinin yarattığı gariplikleri en açık bir biçimde ortaya koyan bir düşünce deneyi tasarladı. “Schrödinger’in Kedisi” olarak bilinen bu deneyde bir kedi aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma sokulabiliyordu. Hem mikroskobik ölçekte hem de bazı mikroskobik cisimlerde varolduğu bilinen üst üste gelme olgusunun yorumu sürekli tartışma konusu olagelmiştir.”

Burada olasılık dalgalarının oluşturduğu parçacıklar ya da “zerrat” alemi, kainat kitabında “daire-i mümkinat”ın günümüze yönelik tefsiri; Schrödinger’in kedisinin “aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma sokulabilmesi”, “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar”iyetin tefsiri olarak algılanabilir. “Kuantum Kuramı ve Belirlenimcilik” başlıklı bölümde ise şunlar ifade edilmektedir:

“Kuantum kuramının üst üste gelme ilkesine göre herhangi bir fiziksel sistem olası durumlardan sadece birinde değil, bir çoğunda birden, aynı anda bulunabilir.

“Örneğin hidrojen atomu çevresinde dolaşan bir elektron aynı anda her yerde bulunur. Bu gibi garip durumları, bizim günlük hayatımızda tanıdık olduğumuz kavramlarla bağdaştırmak için başta Niels Bohr olmak üzere fizikçiler Kuantum kuramının ölçme postülasını ortaya attılar. Bohr’a göre bir elektronun nerede olduğunu bulmak istediğimiz zaman ölçme aletimiz “bu elektron her yerdedir.” gibi garip bir cevap vermez, aksine elektronun bulunduğu yerlerden bir tanesini rastgele seçer. Üstüne üstlük ölçme işlemimiz elektronun içinde bulunduğu durumu da bozar. Aletimiz hangi konumu göstermişse ölçümden önce her yerde olan elektron artık bu yeni konuma yerleşmiştir. Bu olaya kısaca çökme (collapse) denir.”

Bu durum “gerçeğin gözlemciye göre şekillenmesi”, “dalga işlevinin çöküşü” gibi kuantum kavramlarının da izahı olarak ele alınabilir. Bohr’un ölçme aleti yerine kendi algılarımızı koyduğumuzda kainat ve varlık alemi tariflerimizde de çok çarpıcı bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Aslında bizim elle tutup, gözle gördüğümüz, zaman ve mekan gibi kavramlarla algıladığımız alem her zaman ve her yerde olan esmânın, bizim ölçme cihazlarımız olan bedenlerimizle zaman ve mekan içinde algılanışından ibaret olmalıdır. Zat-ı Vacibü’l Vücud, O’nun isimleri ve sıfatları imkan dairesinde, zerreler boyutunda her zaman ve her yerdeler, zaman ve mekandan münezzehler. Ancak bizim ölçüm alanımıza, algılarımızın sınırına girdiklerinde zaman ve mekan sınırlılığı içinde algılanıyorlar diyebiliriz.

Yalçın İnan’ın “Kozmos’tan Kuantum’a” isimli kitabında geçen şu cümleler, varlık ve yokluğa mazhariyeti farklı bir açıdan değerlendirmektedir:

“Elektronların çekirdek etrafında dönme hızları saniyede 1000 kilometredir. Elektronlar bunun yanında ayrıca, kendi eksenleri etrafında da dönerler. Elektronların bu dönüşleri hem saat ibresi yönünde hem de saat ibresinin tersi yönünde olabilir. Elektronların bu dönme hareketine, “spin” adı verilir. Çekirdek etrafındaki hızlı dönüşleri sırasında kazandıkları açısal hızları, çekirdeğin çekim kuvvetini dengeler.

“Çekirdeğin etrafındaki yörüngelerinde devamlı dolanmalarına rağmen bir elektronun herhangi bir anda yörünge bulutunun neresinde bulunduğu asla bilinemez. Evrenin bir “yaratıcısının” bulunduğuna dair bir örnek, hiçbir zaman insanoğlunun gözle göremeyeceği, buna karşılık varlığı kesin olan elektrondur.”

Bu tabloya şöyle bir yaklaşımla da ışık tutulabilir: Sinema veya televizyonda levha tarzı perde ya da ekranda ard arda oluşan görüntüleri sürekli gibi algılarız. Bu sürekliliğin gerisinde bir kesiklik, ard ardalık olduğunu, bu oluşumların teknolojik detaylarından haberimiz yoksa belki de hiç fark etmeyiz. Böyle bir işleyişle seyrettiğimiz bir filmde herhangi bir an için perdede görüntü var mı yok mu bilemeyiz. Ancak film makarası veya yayın o an durdurulursa perde ya da ekranda görüntü olup olmadığını anlayabiliriz. Böyle bir imkanın olmadığı halde perdedeki görüntü belirli bir an için “Schrödinger’in Kedisi” gibidir. Yani an süreklilik kutusu içinde gizlenmiştir. “O an görüntü var mı, yok mu?” sorusunun cevabı “Hem var, hem yok” ya da “Ne var, ne de yok” şeklinde olacaktır. Çünkü anlarda, küçük zaman dilimlerinde varlık ve yokluk üst üste gelmiştir.

Kainat levhalarında da benzer bir durum söz konusu olmalıdır. Sabit, devamlı, sürekli kesintisiz tek alan, her şeyin asıllarının, özlerinin ve nesillerinin kayıtlı olduğu, bütün incelikleri ve ayrıntıları ile ve baştan sona kainatı ve varlık alemlerini içine alan “Levh-i Mahfûz-u Âzam” olmalıdır. Bu levhanın içerikleri şuur sahiplerinin algılarına, esbap alemine imkan dairesinden, daire-i mümkinattan geçerek yansırlar ki, bu alan zerrelerin oluşturduğu alan olarak anlaşılmaktadır. Olasılıklar alemi ile “daire-i mümkinat” benzer manaları ifade ediyor olmalıdır. Levh-i Mahfûz-u Âzam’ın zerreler aleminde yansıması “Levh-i Mahv, İspat” adını alıyor olmalıdır. Çünkü bu boyutta, zerreler aleminde ya da partiküller dünyasında varlık ve yokluk, ölüm ve hayat üst üste binmiştir. Bu dünyanın algılar aleminde esbap dairesinde yansıması ise yine bir süreklilik, daimilik ve kalıcılık görüntüsü arz eder. Oysa bu, işleyişin aslını yansıtmayan farazî, yalancı, surî, aldatıcı bir sürekliliktir.

Asıl işleyişin şöyle olduğu anlaşılmaktadır: Sabit, daimi ve tekliğin yeri esma boyutu, melekûtiyet yönü olan Levh-i Mahfûz-u Âzam’dan kesret ve teşahhusat alemine, mülk boyutuna, esbaba yansımalar şeklinde bir varlık dünyasından, o dünyanın bir parçası olan bizlere bir hitap söz konusudur. Bu her şeyi içine alan Büyük Levha’daki manalar imkan dairesindeki, “daire-i mümkinat”taki zerreler hadsiz imkanlar ortasında, varlık boyutundaki her şeyin zerresi olabilmek, her ihtimal onlar için eşit iken Levh-i Mahfûz-u Âzam’ın etkisi ile bir yola girerler, bir yöne yönelirler. Bu yönelimler bizim tarafımızdan, mülk boyutunda ve esbap aleminde hikmetli sanatlara, muhteşem eserlere, hayret veren hikmetlere dönüşürler. Bir yaprağın düşüşünde, bir sineğin uçuşunda, şehirleri dolduran insanların koşuşturmalarında, akıl almaz teknolojik gelişmelerde, tarihi ve sosyolojik olaylarda, yıldızlar ve galaksilerin ahenkle dönüşünde hep bu işleyiş vardır. Kararsız zerreler Levh-i Mahfûz-u Âzam’dan gelen kontrolle imkandan vücûba, melekûttan mülke, gaybdan şehadete geçerler ve ibda oluşur. Bu geçişler o kadar hızlıdır, o kadar ard ardadır ki, şehadet, mülk levhalarını teşkil eden her bir varlık anında, aslında varlık ve yokluk iç içedir. Bu yüzden ard arda gelen bu levhaların her biri “Levh-i Mahv, İspat” adını alır. Ancak ard arda gelen levhalarda bize bir süreç, süreklilik, devamlılık manası yaşatacak tarzda tanzim vardır. Bu ise inşa gerçeğini oluşturur. Bir filmde izlediğimiz büyümeler, gelişmeler, sevgiler, alış verişler en ideal şekliyle hareketler olduğunda ifade edilebilir. Varlık aleminde de pek çok şeyin, hayatın, ölümün, kazanmanın, kaybetmenin ve hepsinden önemlisi bunların gerisindeki esmânın ifadesi hareketle mümkündür. Hareket ise zaman kavramı ile açığa çıkabilir.

O halde zaman dediğimiz kavramın aslı levhaların sürekli ve ard arda yazılıp silinmesi ve birbirini takip eden levhaların bir anlama yönelik irtibatını temin eden ve inşa gerçeğini ortaya çıkararak değişim ve hareketleri anlamlandıran bir yazı gibidir. Süreç, işleyiş, değişim, gelişim başkalaşım ifade eden kainat ayetlerinin mürekkebidir. Mülk boyutunda farklılaşma, gelişme, başkalaşmayla ifade edilen esmâ aslında zaman mürekkebi ile yazılmaktadır. Ard arda gelen şimdiler mazi ve müstakbel, eski ve yeni, fena ve beka gibi manaları yazarken, pek çok esmânın zuhuruna zemin, zihindeki manaları ifadeye dönüştüren mürekkep olurlar. Kudret kitabının sayfa ve mürekkebini ard arda gelen zerreler ve ard ardalığın irtibatını turnusol gibi açığa çıkaran zaman oluşturur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*