Zaman olur ki…

İbrahim SERIÇİÇEK anlatıyor:

“1970 li yıllarda okulu bitirdikten sonra Diyarbakır Ergani’ye atamam yapıldı. Aynı ilçede çalışmış bir öğretmeni buldum ve asayiş durumlarını sordum. ‘Senin gideceğin okulda bir öğretmeni pencereden aşağı attılar.’ diye anlatınca gitmek-gitmemek konusunda epey tereddüt yaşadım.

Küçük yaşta babam vefat ettiği için ailemizin ekonomik durumu ve içinde bulunduğum hizmet etme arzusu, benim oraya gitmemi gerektiriyordu. Kendime: ‘İlkokul çocuğu iken tek başıma Konya’ya okumaya gittiğim gibi buraya da gitmem lazım. Allah yardım eder.’ diye, Allahın inayetine inanarak Afyonkarahisar’dan yola çıktım.

Okula başladığım ilk gün, ilk dersten sonra öğretmen odasına gittim. Oda hayli kalabalık, ben öğrencilere karşı acemilik yaşadığım gibi öğretmenler arasında da yabancılığı, çekingenliği, utangaçlığı, tedirginliği ve korkuyu yaşıyordum. Yanımdaki öğretmen sanki beni ötekilere işaret eder gibi garip hareketler ve geniz kazımaları yapıyordu. Dönüp ne yaptığına fazla bakamasam da hayli rahatsız oldum ve sabrettim.

İkinci teneffüste başka bir tarafa oturarak beni rahatsız eden öğretmenden uzaklaştım. Baktım o öğretmen aynı hareketleri ve sesleri çıkarıyor. Zavallının tiki ve takıntısı varmış. Garip hareketlerine herkes alıştığı için içlerinde benden başka üstüne alınan olmamış.

Okuldaki derslerin haricinde bir hizmet aksiyonu başlatmalıydım. Bir taraftan sıkıyönetim, bir taraftan savcıların, polislerin baskısı, bir taraftan da yabancı oluşuma rağmen Nur hizmetinin insanlara ulaştırılması için çok çalışmam gerekiyordu. Çünkü insanların Kur’ân’ın ulvî hakikatlerine çok ihtiyacı vardı.

Ergani’de Bakkal Salih’le tanıştık. Onun dükkânı hizmet ve irtibat merkezimiz gibiydi. Orada oturup ders yapıyorduk, devamlı yeni insanlarla tanışıp sohbet ediyorduk. İstanbul’dan Risale-i Nurlar kamufle edilmiş paketlerde oraya geliyordu. Her çalışma ve faaliyet sırran tenevveret, gizlilik içersinde yürütülüyordu.   

Karanlık ne kadar fazla olursa, az bir ışığın tesiri ve aydınlatması da o kadar çok olduğu gibi, Kur’ân tefsirlerinin, iman hakikatlerinin nuru, etkisi gün geçtikçe dalga dalga gönüllerde yerini buluyordu.

Bakkal Salih, sonradan kitapçı Salih oldu. İstanbul’dan, Diyarbakır ambarıyla gelen kitaplar, Risaleler Ergani’de dağıtılıp satıldığı gibi çevre ilçelere de ulaştırılıyordu.                  

Bir gün Diyarbakır’daki nakliye ambarından Risale-i Nurları almaya beraber gitmiştik. Sıkıyönetim nedeniyle yolda askerler durdurdu. Bütün eşyaları, valizleri, üst aramalarını yaptı, kimliklere baktı. Minibüsün üstündeki eşyaları tek tek indirtti. Biz indirmemiştik. Kolinin üzerinde kırılacak eşya yazıyordu. Kolinin sahibi sorulunca Salih: ‘Benim.’ dedi. İçinde ne olduğunu sordular. ‘Diş doktorunun malzemeleri var.’ deyince, ‘İndirme kalsın.’ dediler.

Evlerde yapılan derslerde gün geçtikçe katılanların sayası artıyordu. Bir akşam evde ders yaparken, ev sahibinin annesi, resmi kıyafetli bir kişiyi kapının önünde görünce, ders dinleyen oğluna ‘Polisler geldi, baskın var.’ dedi. Herkeste bir tedirginlik, korku oldu. Sükûnete davet ederek okumaya devam ettim. İçeri gelen şahsın, ders dinlemeye gelen belediye zabıtası olduğunu görünce herkes derin nefes aldı, gülmeye başladılar.

Bir evde ders yaparken, bir ara annesi Ali’yi çağırdı. Ali bir müddet sonra tekrar gelerek ders dinlemeye devam etti. Ertesi gün bana ‘Hocam, ders yapılırken eşim doğum yaptı. Kızımız oldu. O anda siz Mesnevi-i Nuriye’den okuyordunuz. Biz de kızımızın adını ‘Nuriye’ koyduk.’ dedi.

İnancı bütün, mütevekkil, kendi hâlinde bıçak bileyerek geçimini temin eden yaşlı bir esnafın dükkânında oturuyordum. Omuzunda heybe, yanında ayakları çıplak bir çocuk ve arkalarında bir köpekle yoksul görünüşlü bir köylü dükkâna geldi. Köylü bilenmesi için baltayı bıraktı. O sırada küçük çocuk karnının aç olduğunu söyleyerek ağlamaya başladı. Usta, fırına gidip ekmek getirdi ve işyerinden de peynir vererek çocuğa ikram etti. Çocuk, ekmeği yerken yanındaki köpek kıvranmaya ve çocuğun elindeki ekmeğe iştahla bakıyordu. Onunda aç olduğunu gören usta tekrar fırına gidip getirdiği ekmekle köpeğin de karnını doyurdu. Köylüden alacağı bileme parası kadar çocukla köpeğe masraf etmişti. Benim taaccüple baktığı görünce ‘Bazen böyle olur.’ dedi.

Bize laf atan, tehdit eden, belalı, anarşist yapılı, âsi gençlerle sohbetler, dersler yaptık. Risale-i Nurları tanıdılar, ikna oldular, namaza başladılar. Bütün bu inkişafları, hizmetin verdiği samimiyeti, lezzeti, muhabbeti ve Allah’ın inayetini gördükten sonra, kendime iyi ki gelmişim, bu kadar samimî, muhterem insanları tanıdım, dostlar edindim, dedim.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*