Zamanımızı ve enerjimizi nereye harcamalıyız?

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metânet ve vazife-i nûriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Bedene mi, ruha mı, ekmeğe mi, hizmete mi? Sokağa çıktığımızda -hatta evimizde- milyonlarla günah birden saldırıyor. Hz. Adem’den (as) kıyamete kadar bütün peygamberin Allah’a sığındığı ahlâksızlık ve inkârın yerleştirilmeye çalışıldığı Deccalizmin hüküm sürdüğü devrede yaşıyoruz.

İmtihan şiddetli. Ebedî bir hayatı kaybetme veya kazanma dâvâsının başımıza açılmış. Deccalizmin şubeleri materyalizm ve sekülarizmin tasallutuyla, Müslümanlardan 40 vefiyattan birkaçının imanla kabre göçtüğü felâket ve helâket dönemi…
Acaba, insanın ve Müslümanın hangi cephesine hizmet etmek lâzım? Ruhuna mı, cesedine mi; aklına mı, midesine mi? Dünyaya mı, ukbaya mı teşvik etmeli? İman, Kur’ân için mi, ekmek ve istikrar için mi?
Bediüzzaman, durmamacasına Risâle yazdırırken, “Nurun sadık kahramanı ve kumandanı” diye vasıflandırdığı talebesi Zübeyir Gündüzalp, yazmaya hali, mecali kalmayınca, “Üstad’ım çok acıktım!” der.
“Öyle mi? İşaret koy yemekten sonra devam edelim…” “Üstadım, bir kebap söyleyeyim geleyim!”
“Zübeyir, sepetin içinde kuru pide var. Getir şu kaba onu doğra. Mangalda da akşamdan kalma et suyu var. Dolapta da yoğurt var, onu da getir…”
Yemeye başlayınca Üstad: “Zübeyir! mideden münkir ne var? Peygamber-i Zişan Efendimiz (asm) insanların doldurdukları kapların en şerlisi mideleridir, buyuruyor. Mideden nankör ne var? Şimdi on çeşit yemek yiyelim, on saat sonra hiçbir şey yememiş gibi olur.
“Şu yediğimiz tiriti ne niyetle yesen o olur. Kebap desen kebap olur, köfte desen köfte olur. Börek desen börek olur, hem herşey olur.
“Bugün ümmet-i Muhammed’in ihtiyacı mide açlığından ziyade ruh açlığıdır. Ümmet-i Muhammed’in ruhunu doyurmaya bakın. Kebap söylemek için çarşıya gidip gelinceye kadar birkaç sayfa yazı yazarsın… Her şeyin ehemini mühimine tercih edin. Yemek mühim değil, fakat, ruhumuzun gıdası daha mühim…”
Nazif Çelebi Ağabey, Tahiri Ağabeye, “Müjde, tayyare acentası oldum, 5 kontenjanım var, hazırlan seni Hacca götüreyim!” demiş. O ise, “Üstada danışayım.” der… Bediüzzaman: “Tahiri sana Hac farz oldu mu?”
“Efendim benim neyim var ki, farz olsun. Bir kâğıdım, bir de kalemim var!”
“Tahiri, şeytan bazen sağdan gelir, seni hizmetten alkoymak ister. Eğer tayyareye binecek, seyahat edeceksen o başka. Müslümanların imanı tehlikede iken sen nasıl kendini düşünürsün? (…) Güzel yazın var, okunuyor, çabuk da yazıyorsun. Birkaç Risâle daha yazıp hizmet etsen daha iyi değil mi? (…) Ben buna razı değilim, ama yine sen bilirsin!”
“Üstadım, ben de bunun için sormuştum.”
“Tahiri soracak başka sual mi yok! Hac sana farz olduysa zaten sormana lüzum yok, tabiî ki gideceksin. Ama, şu halde sen bana sormadan diyecektin ki, ‘Nazif Bey ben yangın söndürmeye gidiyorum. Yangına giden adam, gezmeye gidemez.’ Nazif Bey’e selâm söyle, senin yerine başkasını göndersin!”

Dipnot:

1- Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar – 3, s. 279 – 282.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*