Zelzelenin mesajı

Hàlık-ı Arz ve Semâvât, zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i Umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı, nev-i insanın yüzüne çarparak onunla Hikmetini, Kudretini, Adâletini, Kayyûmiyetini, İrâdesini ve Hâkimiyetini pek zâhir
bir sûrette gösterdiği…

Altıncı Suâlin Tetimmesi ve Hâşiyesi: Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhâfaza ve ehl-i imânın intibahlarına mukabele ve mümânaat etmek için, o derece garip bir temerrüd ve acîb bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ, bu âhirde, beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümâtlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hàlık-ı Arz ve Semâvât dahi, değil hususî bir Rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmûasında ve Rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev-î insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyânından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için emsâlsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i Umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı, nev-î insanın yüzüne çarparak onunla Hikmetini, Kudretini, Adâletini, Kayyûmiyetini, İrâdesini ve Hâkimiyetini pek zâhir bir sûrette gösterdiği halde; insan sûretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyeye ve terbiye-i İlâhiyeye karşı eblehâne bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki, “Tabiattır, bir mâdenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın sûretini vermiş” diye mânâsız hezeyanlar ediyorlar. Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet ve zındıkadan neş’et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki, esbâb yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazâtını dokumak ve yetiştirmek için, bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine, küçücük çekirdeği gösterir, “İşte bu ağaç bundan çıkmış” diye, Sâniinin o çamdaki gösterdiği bin mu’cizâtı inkâr eder misillü, bâzı zâhirî sebepleri irâe eder. Hàlık’ın ihtiyâr ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i Rubûbiyetini hiçe indirir. Bâzan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nâm takar. Güyâ o nâm ile mahiyeti anlaşıldı; âdileşti, hikmetsiz, mânâsız kaldı.
İşte gel, belâhet ve hamakàtın nihayetsiz derecelerine bak ki, yüz sayfa ile tarif edilse ve hikmetleri beyân edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-i meçhûleye, bir nâm takar, mâlûm birşey gibi, “Bu, budur” der. Meselâ, güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır. Hem birer irâde-i külliye ile birer ihtiyâr-ı âmm ve birer hâkimiyet-i neviyenin ünvanları bulunan ve “âdetullah” nâmiyle yâd edilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i Rubûbiyeti ircâ eder. O ircâ ile, onun nisbetini irâde-i ihtiyâriyeden keser; sonra, tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebû Cehil’den ziyâde muzaaf bir echeliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini, bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip, kumandanından, padişahından, hükümetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü, âsi bir divâne olur. Hem, meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi, bir tırnak kadar bir odun parçasından çok mu’cizâtlı bir usta, yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa; bir adam o odun parçasını gösterip dese, “Bu işler, tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş.” O ustanın hârika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse, ne derece bir hamakattir. Aynen öyle de…

 Sözler, s. 283

LÛGATÇE:

mümânaat: Engelleme.
hamakat: Ahmaklık, anlayışsızlık, budalalık.
anâsır-ı külliye: Kuşatıcı unsurlar, elemanlar, ögeler.
temerrüd: İnat etme.
irâe: Gösterme.
belâhet: Ahmaklık, aptallık.
ihtiyâr-ı âmm: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi.
âdetullah: Allah’ın âdetleri, kâinata koyduğu fıtrî kanunlar.
ircâ: Geri verme, geri döndürme.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*