Zincirbozan ve AKP…

Siyasetin üslûbu yalanla kirlenince doğru ile yanlışın yer değişimi kolay oluyormuş. İdarenin tepe noktasından başlayan bu üslûbun kısa bir zamanda kasabadaki memura ulaştığını hüzünle seyrediyoruz.

İslâm kelimesinin muhtevasından çıkan binlerce mânâdan ikisi hem çokça dikkatimi çeker ve hem de beni heyecanlandırır: Doğruluk ve barış. Medyanın büyük gayretleriyle her tarafa sirayet eden “yalan üslûp”, din adına siyasete girmişleri her alanda büyük sıkıntılara sokacak raddeye yükseldi.

Kara Eylül’ün sene-i devriyesinden ziyade bizi şu yazıya sevk eden saik “Zincirbozan” isimli 2007 yılında yapılmış bir sinema filmiydi. Korkuların gölgesinde, imkânsızlıklar içinde, zihinlerin demokrasi ve barış karşıtlarınca müşevveş edildiği bir ortamda ortaya çıkarılmış filmin eksiklerini saymayacağız. Avni Özgürel’in ne solu, ne milliyetçileri ve ne de demokratları memnun edemeyen altı doldurulmamış senaryosuna da değinmeyeceğiz. Bilâkis bir ilk olmasından ötürü kendilerine “demokrat sol” diyenleri tebrik etmek gerekir. Müdahale ve devrimin fay hattını uzaydan tesbit etmeye çalışanların bizce en büyük nakiseleri, Atatürkçülük adına işlenen bu cinayetin filminde Kemalizme hiç dokunulmuş olmamasıydı.

Otuz üç sene geride kalmış. Canilerin bazıları mazlûmlarıyla birlikte “büyük mahkemeye” intikal etmişler. Korkunun karanlık dumanlarını zaman bizden uzaklaştırdıkça, bu cinayetin tenkidi yapılır oldu. Hatta mevcut hükümet, hâlâ 12 Eylülcülerin aldırdığı abdestle namaz kıldığı halde, “referandumla” buradan da bir post çıkarabildi. Demokrasi sevdasında, Menderes’in mirası peşinde ve demokratik açılımlar türküsüyle yürüyen AKP’nin on senedir, kıyıda köşede kalmış bazı istisnalar dışında 12 Eylül ihtilâli hakkında kayda değer bir belgesel, film, yazı, çizgi, kitap ve konferans… ortaya koymaması hakikî demokratların gözünden kaçmıyor.

Halbuki 12 Eylül’den sinema, tiyatro, manzum tiyatro, roman, hikâye ve hatıra gibi san’at ve edebiyat türlerinde yüzlerce heyecan dolu mevzu çıkar. Avrupa ve Amerika’da olsaydı bu cinayetin hikâyesini genç nesillere san’at yoluyla aktaracak eserler sahiplerini fevkalâde zengin ederdi. Heyecan, korku, macera, dram, komedi ve hamasetin kol kola yürüyeceği bir eserin yapacağı tesiri elbette bilirsiniz.

Kanaatimizce “darbeleri yargılama” süreci Zincirbozan’la başlatılsaydı, Ergenekon hesaplaşmayı sürüncemeye girmezdi. Sönen belki de milletin hak arama duygusuydu, adalete ve dindar siyasetçiye itimat duygusuydu.

Diyebilirsiniz ki, elbisesinde hâlâ 12 Eylül’den kalma kumaşların bulunduğu AKP hükümetinden, ihtilâllerin mahiyetini deşifre etmesi beklenebilir mi? Tam tersine 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, Ankara’da, Hamzakoy’da ve Zincirbozan’da demokrasi mücadelesi vermişleri “itibarsızlaştırmak” için her yola başvuranlardan ne demokrat çıkar, ne adaletperver, ne vatanperver ve ne de hakikî dindar…

Zincirbozan filmi, yapılabilecek muhteşem bir çalışmaya elbette ışık tutabilir. Korkusuz, demokrat, donanımlı ve tarih şuuruna sahip kadroların gayet münafıkane, derin, kanlı, millet ve vatana ihanetle çerçevelenmiş 12 Eylül cinayetinin hazırlık dönemini, canilerin kahraman ilân ediliş yöntemini ve 33 sene sonra hâlâ Hiroşima’ya atılmış atom bombası gibi yıkıcı tesirlerinin devamını bir bütün halinde işleyebileceklerine inanıyoruz.

Peki, ellerindeki bütün imkânlara rağmen bunu yapmaya yanaşmayıp, Zincirbozan’ı, Hamzakoy’u, Mamak’ı… sorgulamaktan da kaçınanların filmi ne zamana kadar sürecek?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*