Zıtlıklar ve nisbî hakikatler

Nurlardan bir anekdot:
“Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezâhürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezâhürü ise hakàik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakàik-ı nisbiyenin zuhuru ise Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye sûretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır.” (Sözler, s. 491)

Sözler adlı eserden naklettiğimiz bu paragraf 29. Sözün İkinci Maksadı içinde “Remizli Bir Nükte” başlığı ile verilen bir bölümden alınmıştır. Bu bölüm yaklaşık bir sayfayı aşkın bir bölümdür. Biz burada sadece bir paragrafını ele alarak, bu paragraf üzerinde kısa bir yorum yapmaya çalışacağız. “Kısa bir yorum” diyoruz, çünkü bu paragrafın içinde geçtiği bir sayfalık mezkur “Remizli Bir Nükte”, gerçekten çok derin konuları ihtiva ediyor. Bu konu üzerinde sayfalarca yorum yapılsa yeridir diye düşünüyoruz. Şimdi bu paragraf üzerinde duralım. İnşallah diğer paragrafları da fırsat buldukça yorumlamaya çalışırız.

İlk cümleden başlıyoruz:

“Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.”

Burada üzerinde ilk durulması gereken husus “Hakîm-i Ezelî” tabiridir. Zira meselenin düğüm noktası burası. Bu tabirden sonra sıralanan tüm iş, faaliyet ve maksatlar Hakîm isminin tecellisine bakıyor.

Çünkü tecrübe ve imtihan için yaratılan dünyada her şey Hakîm ismi muktezası olarak meydana gelmektedir. Aynı zamanda Cenâb-ı Hakkın bütün isim ve sıfatları da Hikmet perdesi içinde tecellî etmektedir. İşte “Hakîm-i Ezelî”, Esma-i Hüsnasının tecellîsi ve bu tecelli içindeki kader ve kudret defterlerine sayfalar yazmak için şu dünyayı tecrübe ve imtihana meydan olarak yaratmış.

Suâl:

Niçin Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tam olarak tecellisi imtihan sırrına bağlıdır. İmtihan sırrı olmaksızın isimlerin tecellisi mümkün değil mi?

Cevap:

Cenab-ı Hakkın celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellisi imtihan sırrına bağlıdır. İmtihan sırrına tabi olmayan Melekler ve Ruhaniler sınıfında bir çok cemâlî isim tecellî etmektedir. Ancak Gafur ve Rahîm gibi cemâlî, Kahhar, Mumit gibi birçok celâlî isim ve sıfatın tecellîsi imtihan sırrına mazhar olan insanın yaratılmasına bakıyor. İmtihan sırrı olmasaydı Gafur ismini bilemezdik. Çünkü o zaman günah ve hata olmaz, bu nedenle de ‘bağış ve af ne demek’ anlaşılmazdı.

İfadeye göre dünyanın yaratılmasının üç temel ve öncelikli hikmeti var:

1- Dünya, bir tecrübe ve imtihan meydanıdır.

2- Dünya, Cenâb-ı Hakkın “Esmâ-i Hüsnâsına aynalık” yapmaktadır.

3- Dünya, Kader ve Kudret kaleminin sayfaları hükmündedir.

İşte dünya ve içinde yaratılan tüm mahlukat ve dışında yaratılan şu gördüğümüz koca semavat ve diğer âlemler yukarıdaki üç mühim sırra bakar.

Hatta imtihan sırrı dışında gibi gözüken Melek taifesi de bir ölçüde imtihan sırrı içindedir. Çünkü Melekler, imtihan sırrı ile doğrudan muhatap olan insanın bir yardımcısı konumundadır. Şeytanın şer desise ve vesveselerine karşılık Melekler, hayrı telkin etmekle görevlidir. Zaten kâinatın tüm görünen faaliyeti imtihan sırrına bakar, ona göre işler.

İkinci cümle:

“Ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezâhürüne sebeptir.”

Bir misâlle izaha başlayalım:

OKS sınavını kazanıp Fen Lisesine girmiş bir talebede İbn-i Sina gibi bir doktorluk kabiliyeti olduğunu düşünelim. Bu kabiliyetin tam olarak ortaya çıkabilmesi için bu talebe, dört yıllık lise öğrenimini başarı ile bitirecek, önüne çıkan matematik ve fen bilimlerinden ve diğer derslerinden üstün başarı ile mezun olacak ve ÖSS sınavında en yüksek puanlardan birisini alarak Hacettepe gibi en yüksek bir Tıp Fakültesine girmeye hak kazanacak. Elbette ki iş burada bitmeyecek, altı yıllık tıp eğitimine devam edecek, yine bütün derslerden açılan sınavları üstün bir başarı ile geçecek ve sonunda tıp doktoru unvanını elde edecek. Hatta bu da yetmeyecek TUS adlı sınavı da geçip, dört yıl daha okuyarak konusunda uzman bir doktor olacak, belki de ancak o zaman İbn-i Sina gibi bir doktorluk kabiliyetine sahip olacak. İşte bir kişide bulunan doktorluk kabiliyetinin tam olarak gözükebilmesi için, o kişi önüne konulan tüm imtihan engellerini geçecek, her bir imtihan sonunda bilgi, beceri ve kabiliyetlerini geliştirecek, bu gelişme neticesinde doktorluk kabiliyeti inkişaf etmeye başlayacak ve on yıllık bir tıp eğitimi sonunda doktorluk kabiliyeti tam olarak meydana çıkmış olacak. Hatta öncesi de düşünüldüğünde bir kişideki doktorluk kabiliyetinin tam olarak ortaya çıkması için 8 yıl ilk öğretim, dört yıl lise ve on yıllık bir üniversite olmak üzere toplam yirmi iki yıllık bir eğitim ve imtihan ve tecrübe süreci geçmesi gerekir.

Şimdi bu noktada bir de aksini düşünelim.

Diyelim ki, o İbn-i Sina gibi doktorluk kabiliyeti olan genç arkadaşımızın önüne hiçbir imtihan şartı çıkarmadık. Fen lisesinde okuduğu esnada öğretmenleri ona dediler ki: “Sen burada hiçbir derse çalışmayacaksın. Her sene geçme notun beş üzerinden beş olacak. Okulu bitirme notun yine beş üzerinden beş olacak. Hatta üniversiteye de doğrudan kayıt yaptıracaksın. Üstelik istediğin yere de gideceksin.”

Yine diyelim ki, bu genç doğrudan Hacettepe Tıp Fakültesine kayıt yaptırdı. Bu sefer de Tıp Fakültesindeki hocaları ona dediler ki: “Sen sadece okula gel-git. Bütün derslerden geçeceksin. Hiçbir dersten sana sınav ve imtihan yok. Ve altı yıl sonra sana doktorluk diplomanı vereceğiz.” Bu talebe denileni yapsa ve altı yıl sonunda doktorluk diplomasını alsa, acaba doktorluk kabiliyeti mi, yoksa cehalet kabiliyeti mi inkişaf etmiş olur? Elbette ki böyle bir insanın doktorluğundan söz edilemez.

Demek ki bir talebedeki doktorluk kabiliyetinin inkişafı için en sıkı sınavlardan, en yüksek bir eğitimden, en zor imtihanlardan geçmesi gerekir ki, o kabiliyet o insanda ortaya çıksın, tezahür etsin.

İşte insanın önüne çıkarılan zorluklar, eksikler, şerler, engeller, ihtiyaçlar, hastalıklar, musibetler ve diğer tüm zıtlıklar insanlardaki binlerce çeşit kabiliyetlerin inkişaf etmesine, gelişip ilerlemesine ve tezahür edip gözükmesine vesile olmuştur. Bu gün binlerce ilim, fen ve teknik, zıtlıkların müdahalesi neticesinde ortaya çıkmıştır. Hastalıklar ve musibetler olmasa tıp, rızk ihtiyacı olmasa ziraat, barınak ve iletişim gibi günlük ihtiyaçlar olmasa mühendislik, şer ve dalâlet olmasa hayır ve hak kahramanları ortaya çıkmayacaktı. İşte tüm bu zıtlıklar ise imtihan sırrının en temel saik noktasıdır.

Üçüncü cümle:

“O kabiliyetlerin tezâhürü ise hakàik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakàik-ı nisbiyenin zuhuru ise Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye sûretine çevirmesine sebeptir.”

Hakàik-ı nisbiye nedir?

Nisbî hakikatler birbirine bağlı olarak gözüken ve ortaya çıkan hakikatlerdir. Nisbî hakikatlere izafî, bağıl hakikatler de denir. Nisbî hakikatleri ortaya çıkaran zıtlıklardır. Meselâ “güzellik” bir hakikat-i sabitedir. İşin içine çirkinlik girmesi ile güzelliğin bir hakikati binlerce nisbî hakikate inkılap eder. Meselâ hayır ve hak bir hakikat-i sabitedir. İşin içine şer ve çirkinlik girmesi ile insanlık âleminde Hazret-i Sıddık Ebûbekir’den (ra) tutun da, Ebû Cehil’e kadar binlerce nisbî mertebe ortaya çıkmıştır. Her bir insan hayır ve hak noktasında farklı bir makama ve farklı bir kabiliyete sahiptir. Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatları da her bir insana göre farklı bir şekilde tecellî eder.

İşte çirkinliğin müdahalesi ile binlerce güzellik hakikati, şerrin müdahalesi ile binlerce hayır mertebeleri, ihtiyaçların etkisi ile binlerce meslekî kabiliyetler ortaya çıkıp bir hakikatin binlerce sümbül vermesiyle nisbî hakikatleri netice verir. Demek ki imtihan sırrı kabiliyetlerin ortaya çıkmasına, kabiliyetlerin de çeşitliliği izafî ve nisbî hakikatlerin tezahürüne neden oluyor. Bunun neticesinde de Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarının tecellisi tezahür ediyor. Allah’ın Rahman, Rahîm, Alîm, Kerîm, Gafur, Şâfî gibi binlerce isim ve sıfatı nisbî hakikatler aynasında tezahür eder. Meselâ Rahman ismi açlık musibetine maruz kalan tüm mahlukatının rızk ve ihtiyaçlarını gidermek için tecellî eder. Üstelik açlık vasıtasıyla binlerce şubelere ayrılan rızk, Rezzak ve Rahman ismi ile binlerce farklı şekilde tecellî eder. Meselâ Cemîl ismini ele alalım. Çirkinlik işin içine girmesi ile meydana gelen binlerce çeşit güzellik aynasında hem Cemil ismi tecellî eder, hem de binlerce farklı şekilde tecellî eder. Cemîl ismi bir hakikat-i sabite iken binlerce, milyarlarca ve sayısız mahlukatı üstünde gözüken nisbî güzellik aynasında yine binlerce ve hesapsız bir şekilde Cemil isminin tecellîsi gözükür. Meselâ Alîm ismi de böyledir. Cehaletin müdahalesi ile ortaya çıkan binlerce ilim mertebelerinde binlerce kez Alîm isminin nakışları gözükür.

İşte her bir isim ve sıfat nisbî hakikatler aynasında tecellî ederek kâinatı mükemmel bir kitap, derin mânâlar ihtiva eden birer mektup şekline çevirmiştir.

Son cümle:

“İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır.”

İnsanlar binlerce çeşit kabiliyet ile donatılmış olarak yaratıldı. Bu kabiliyetlerin ortaya çıkması için imtihan meydanı denilen şu dünyaya atıldı. Bazı insanlar kabiliyetlerini tezahür ettirerek mahiyetlerini elmas değerine çıkardılar. Bazıları da kabiliyetlerini körleterek kömür derecesine düştüler. İşte Cenâb-ı Hak da elmas değerinde olanlara Rahîm ve Cemîl ismi ile tecelli ederek onların nisbî hakikatlerini bir hakaik-i sabiteye değiştirip, onlara ebedî bir saadet verdi. Diğerlerine ise Celîl ve Kahhar ismi ile tecellî ederek, onları kabiliyetlerini körlettikleri için cezalandırdı. Böylece Cenâb-ı Hakkın tüm isim ve sıfatları tanınıp bilinmiş oldu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*