Zor ama, zevkli yolculuk

“Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat, bu Filistin meselesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-i beniisrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyeti hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.”
Said Nursî

Yolculuk eziyettir” der hadis-i şerif. Annem de yolculuğun zorluğu ile ilgili olarak “Yolculuk bir saat da olsa, borç bir lira da olsa, kız evladı bir tane de olsa…” diye hep hatırlatır. Hele bu yolculuk İsrail’e yapılıyorsa zorluğu çok daha katmerlidir elbette.

Hiç niyetim yokken Selamet ağabeyin davetiyle Kudus’e gitmeye karar verdim. Nasib varmış o mübarek yerleri görmeye. Peygember Efendemizin buyurduğu gibi “Rızık ecel gibi insanı arar bulur” bizim de o diyarlarda yiyecek rızkımız vardı demek ki. Yolculuğa karar verdikten sonra İsrail’le olan ilişkilerimizdeki bazı gelişmelerden sonra biraz tereddük geçirdimse de sonunda gitmek için karar verdim. Gariplik ki beni davet eden Selamet abi, geziye katılamadı. Biz Hüseyin Ceylan ve Hıdır Baybara ile beraber 29 Mayıs Perşembe günü yola çıktık.

Daha önce İsraile yolculuk yapanlandan dinlediklerimiz ve bize firma tarafından verilen uyulması gereken talimatnameden dolayı ciddi zor bir yolculuk olacağını tahmin etmiştik. Sabah saat 9’da havalanan uçağımız 2 saat 40 dakika sonra Telaviv Havaalanına indi. Hemen lavabolarda problemler başladı. Havaalanındaki inceleme uzun sürdüğü için iki saat onbeş dakkada ancak çıkabildik. Pasaport kontrolünde “İsraile niçin geldiniz?” sorusu ile karşılaştık. Şüphelendikleri kişileri bekleme odasına alıyorlardı. Kafileden bir arkadaşımızı babasıyla beraber sekiz saat beklettikten sonra izin verdiler. Kafileden ayrı olarak bir taksi ile gece ancak Kudus’e gelebildi.  

Dönüşte daha fazla sorguluyorlar. Havaalanında sıraya girdikten sonda iki tane görevli gelerek içimizde İngilizce bilen olup olmayanı sordu. İngilizde bilen bir arkadaşımızı bir kenara çekerek uzun uzun konuştuktan sonra, kafile başkanıyla görüştüler. Sonunda bizlere sıra geldi. Bu defa daha farklı sorular:

“Çanatınızı kim hazırladı? Çantanız nerede kaldı. Kimseden bir şey aldınız mı?” gibi Türkçe yazılı kâğıttan bir kaç soruyu cevapladıktan sonnra pasaport kontrolune geçebildik.  Havaalanından çıktıktan sonra otobüse binip Tevaviv’e sekiz on kilometre mesafede olan tarihi bir sahil kenti olan Yafa’ya geçtik. Telaviv modern bir şehir yeşil alanları çok. Ayrıca uçağımız alçalırken bir şey diakkatimi çekti. Binaların tepelerinde güneş sistemleri kurulmuş. Filistin bölge olarak çöl olarak tahmin ediyorduk, gerçekte çok ciddi yeşil alanlara sahip bir bölge. Filistinde trafik yehvaları üç dilde yazılmış İbranice Arapça ve İngilizçe.

Filistin’de şekel ve dolar geçmekte bazı esnaf Türk lirasını da kabul etmektedir. Filistin’de okullar karma değildir. Kudus’te cuma günü Müslümların tatili olduğu için dükkânları kapalıdır. Mescid-i Aksa dahil işgal altındaki cami imamlarının ücretini Ürdün devleti ödüyormuş. Filistin’de hiç bir camide tuvalet parası isteyene rastlamadık. İyiki bizden hırsızlamamışlar! Burası tarihi bir sahil şehri Telavivle bitişik gibi. Bahriye ve Sultan Muhmud Camilerini ziyaret ederek namazlarımızı kıldık. Mahmudiye Camisinde şimdiye kadar hiç rastlamadığım iç yazıları gördüm. Mesela İsa ve Musa (as)ların isimleri Allah lafzı ve Peygamberimizin isimleriyle sırasıyla köşelere yazılmıştı. Osmanlı 400 sene buralarını idare ettiği için her tarafta o izleri görmek mümkün.

Mesela şehrin merkezinde tarihi saat kulesi ve tarihi yapılar bunlardan. Buralarda Türkleri hemen tanıyorlar ve sevgi gösterilerinde bulunuyorlar. İnsan yabancılık hissetmiyor. Hatta namazdan sonra caminin son namaz bölümünde otururken bir kişi yanıma gelerek bu caminin Osmanlılar tarafından yapıldığını söyledi. Eski tarihi yapılar aslına uygun da olsa İsrailliler tarafından otel yapıldığını gördük. İkindi namazlarımıza da Yafa’da Sultan Mahmud Camisinde kıldıktan sonra bir saatlık mesafe olan Kudus’e hareket ettik. Yol boyunca sağlı sollu ormanlıklar içerisenden geçerek ilerlerken ekili araziler, portakal bahçeleri dikkatimizi çekti.  Kudus’e yaklaştığımızda otoyolun sağ ve solunda kilometrelerce ilerleyen utanç duvarlarını görduk. Bu bölgeler duvarların bir tarafında Ramallah bir tarafında da Bati Şeria bulunuyor.  İki taraf da duvarlarla örülmüş vaziyette. Duvarların bazı bölamlerinde kapılar görülüyordu. Bu bölgelerden Filistinleler izinsiz Kudus’e girmesi mümkün değil. Nitekim Fiilistin’de kurulan “uzlaşı hükümeti”nin Kabinedeki 5 bakanının Ramallah’a gedişine İsrail’in izin vermemesinden dolayı bakanlar yemin edemedi.
(Yeni Asya, 3 Haziran 2014)

Yolboyunca Kudus’e kadar bir kaç yerde polis kontrolü vardı. Batı Kudus’e vardığımızda düzenli bir şehir yüksek binalar, İbrani Ünevirsitesi Doğu Kudus ise çok farklı. Çünkü Doğu Kudus’te araplar oturmakta. Sokaklar temiz değil. Üstü açık büyük kanterneyler ciddi kirlilik yapmakta. Batı Kudus’te ise özel kapalı alanda naylon şişe toplama yeryeri dahi vardı.

Otelimize yerleştikten sonra hemen Mescid-i Aksa’ya hareket etttik. Ekşam namazını Kubbetus Sahra’da kıldık. Yatsıyı da Mescid-ı Aksa’da kıldıktan sonra otele döndük. Niyetimiz Cuma sabahı sabah namazını Mescid-i Aksa’da kılmaktı. Hatta o niyetle erkenden yattık saat 3’de kalkıp 3.30’da Mescid-i Aksa’ya gitmek için  yola çıktık. Bizim giriş yapacağımaz kapıda ciddi polis yığılmıştı. Bazılarına kimlik soruyarlar, gençleri geri çeviriyorlardı. Dolayısıyla kapıda epey bir kalabalık oluşmuştu.

Biz geri döndüğümüzde kalabalık artmış ve slogan atıyorlardı. Birinci ve ikinci polis kontrolinde bize engel olmadıkları için sevinmiştik. 3. polis kontrolünde ciddi bir kalabalık birikmişti. Bu arada İsrail polisi bir çok milletten teşekkül etmiştir. İçlerinde siyah beyaz sakallı sakalsız her çeşit ve çelik yelek hem tüfek hem de sol göğüs üzerinde asılı tabanca mevcut. Bazılarına izin verip bazılarıın geri çeviriyorlardı. Polis “İçeride ciddi bir olay var, izin veremeyiz” dedi.

Bu arada polislerden biri ‘Türki Türki’ deyirek Türk grupları bir kanara çekti. Biz de “Tamam bizi başka bir kapıdan alacak” zannıyla sevindik. Fakat kesinlikle içeriye alınmayaçağımızı hatta Cuma namazı dahil dediler. Türkiye’den gelen guruplardan bir kısmı bulundukları yerde taşların üzerinde sabah namazlarını kılmak için ayrıldılar. Biz de vakit olduğu için başka bir camiye giderek namazımızı orada kıldık.

Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kıldık   

Gündüz Zeytindağına giderek Selman-El Farisi ve Rabia’tül Adeviye Türbesini ziyaret ettik. Bu arada aklımız hep Cuma namazında idi.

İsrail polisi sabah namazında Mescid-i Aksa’ya sokmamış Cuma’ya da izin veremeyeceğini söylemişti. Fakat Cuma’ya bir saat kala Mescid-i Aksa’ya girebileceğimiz haberi geldi. Acele bir şekilde Mescid-i Aksa’ya doğru hareket ettik. Biraz yaklaştığımızda mescide takriben bir kilometre kala yollar barikatlarla kapatılmıştı. Otobüse izin vermediler. Polis noktasında pasaport kontrolü yapılarak kırkbeş yaş üstüne izin verdiler. Gruptan genç arkadaşlarımıza izin vermediler. Bir kilometre boyunca her taraf asker, polis kaynıyordu. Atlı polisler ve yayalar. Büyük polis kamyonları ve diğer değişik araçlar. Bizim yürüdüğümüz caddede sivilden insanlardan çok polis vardı. Nihayet sekiz polis kontrolünü aşarak Mescid-i Aksa’ya ulaştık. Allah’a çok şükrettik. Eğer izin vermeseydiler bir daha böyle bir imkânımız yoktu. Nitekim aynı gün Cuma namazı için Türkiye Başkonsolosuna izin verilmediğini TRT haber vermiş. Mescid-i Aksa’da Cuma hutbesi yarım saatten fazla sürüyor. Sonunda uzun bir duâ ile hutbe bitiyor. Çok kalabalık bir cemaat oluyor, ama bir çok kişi de içeri alınmıyor. Mescid-i Aksa toplam alanı 144 bin metrekarelik bir alan. Kubbetüs Sahra da hemen karşısında. Peygamberimizin (asm) Mi’raca çıktığı taş, Kubbetus Sahra Mescidinde. Bu taşın muallakta olduğu doğru değildir. Sadece taşın altında yirmi metrekare bir mağara var, orada da namaz kılınıyor. Ayrı alanda Burak Mescidi var. Mescid-i Aksa’nın bahçesinin altında sekiz bin kişilik Mevcan Camii vardır. Bu sol tarafta kalmakta, ayrıca Aksa’nın sağ altında bir başka cami var, Kadim Aksa denmektedir.

Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevî’yi andırıyor. İçeri girildiğinde her köşesinde bir faaliyet. Kimi din adamları dünyanın değişik bölgelerinden getirmiş oldukları gruplara vaaz vermekte, kimisi bir kürsüden—orada kürsü yerine büyükçe bir sandalye kullanılmaktadır—konuşma yapmakta. Velhasıl her köşede ibadet edenler var. Ziyaretimizin üçüncü gününde sabah namazını Mescid-i Aksada kıldıktan sonra, saat sekizde hareketle El-Halil şehrine hareket ettik. El-Halil şehrine giderken yolumuzun üzerinde Helhul kasabasında Hz. Yunus Peygamberin kabrini ziyarete ettik. Rehberden izin alarak “Birinci Lem’a”daki Yunus Aleyhisselâmla ilgili bölümden biraz okuduk. Hıdır Hocamız bir duâ yaptıktan sonra oradan ayrılarak içerisinde Hz. İbrahim (as) Hz. Ishak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’un kabirlerinin bulunduğu Harem-i İbrahim’i ziyaret ettik.

El-Halil şehri, üzümleriyle meşhur bir yer. O kuru topraklarda Cenâb-ı Allah “bal tulumbacıklarını” her tarafta yeşertmiş. Bu şehir beş yüzbin nüfuslu, Filistin yönetimine bağlı olduğu için sokaklardaki çöpler hemen fark ediliyor, Doğu Kudüs gibi.  

Bu şehirde Yahudi yerleşimciler olduğu için şehre girişte her yirmi metrede tam teçhizatlı bir İsrail askeri yol kenarlarında bekliyordu. Elli metrede bir askerî araç, askerlerin ellerinde değişik silâhlar. Camiye kısa bir yoldan ulaşmak için Yahudi yerleşimcilerin bölgesinden geçmemiz gerekiyordu. Yahudiler, Filistin’de neresi olursa olsun beğendiği her yerde kendi insanlarını yerleştirmek için ayrı mahalleler kurabilmektedir.

Rehberimiz “Bize izin vermezler, ama bir deneyelim” dedi. Şükür ki arama yapmadan izin verdiler. Biraz sonra Harem-i İbrahim Camii’ne ulaştık. Çok büyük bir cami. Bu camide 1994’te bir Yahudi katliâm yapmış ve 29 Filistinliyi öldürmüş. Bunun için Yahudiler Camiyi ikiye bölmüşler Müslümanların girişleri ile Yahudilerin girişleri farklı yerden yapılmakta. Bu camide diğerlerinden farklı olarak cami girişinde polis kontrolü kurulmuş, kimlik kontrolünden sonra camiye girilebiliyor. Filistin askerlerini bu bölgeye de sokmamaktadırlar. Caminin girişinde Hz. İbrahim’in (as) hanımı Sare validemizin kabri var. İçeride Hz. İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf ve Hz. İbrahim’in (as) kabirleri bulunmaktadır. Yalnız Yahudiler, Hz. Yakup (as) ile Hz. Yusuf’un (as) kabirlerinin olduğu bölümü kapatmışlar, Müslümanlar onları göremiyor. Burada duâlarımızı ibadetlerimizi yaptıktan sonra Filistin yönetimine ait Beyt Lehm şehrine geçtik. Burası tamamen Araplara ait olduğu için Yahudi polisi yoktu. Bu şehir Kudüs’e sekiz kilometre olduğu halde Araplar izinsiz Kudüs’e giremiyor. Yurt dışına giderken de Amman’ı kullanıyorlarmış. İçlerinde Hıristiyan Arapların da yaşadığı güzel bir şehir. Bu şehirdeki ziyaretlerimizden sonra Lut Gölü’ne indik. Burası deniz seviyesinden 400 metre aşağıda bir yer. Buralarda 1967 savaşından kalan izler var. Lübnan ordusunun ikamet ettiği binalar aynı şekilde yıkılmadan metruk bir şekilde bırakılmış. Son olarak da Eriha şehrine geçtik burası da tamamen Araplara ait olduğu için İsrail askeri bulunmamakta. Hurmasıyla meşhur küçük bir il. Yeni dikilen fide hurmalar dört beş yılda meyve vermeye başlıyormuş. Lut Gölü’nün yakın mesafelerinde İsrail de büyük alanlara hurma bahçeleri oluşturmuş. Son günümüzde yine sabah namazına Mescid-i Aksa’ya gittik. Türk guruplarının çok olduğunu gördük.

Kudüs çarşısında esnaf hemen Türk olduğumuzu tanıyor ve çok seviniyorlardı. Çarşıda dolaşırken bir çok dükkândan Kur’ân sesleri yükseliyor. Alış verişte Türk parasını da kabul ediyorlar. Evet ayrılık zamanı geldi. Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra’da daha fazla zaman ayıramamanın hüznü içerisinde ve tekrar Kudüs’e kavuşma umuduyla Kudüs’e veda ettik. Filistinlilerin rahatı için mutlaka diplomatik ilişkilerimizn iyi olması gerekir. Ayrıca tur düzenleyenlerin biraz daha ibadete ağırlık vermeleri, ziyaretin daha feyizli olmasını sağlayacaktır. Ayrıca Nur Talebelerinin beraber bir organize ile gitmeleri hem Risale-i Nuru okumaları, hem de namaz tesbihatlarının düzenli yapılması bakımından önem taşımaktadır. Ayrıca yukarıda Üstad’ın naklettiğimiz görüşünün de bilinmesi çok önem arz etmektedir. Ziyaretçiler bu hikmeti bilmediklerinden ümmetin başına bir baş beklentisi içinde olduklarını gördük. Evet biz döndük, ama kardeşlerimiz oralarda en masum hakları olan Aksa’da namaz kılmaları dahi engellenmektedir. Allah onların yar ve yardımcısı olsun. Bizim de her daim duâlarımız onlarla olsun ve ömürde bir defa da olsa Kudüs ziyareti gayemiz olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*