Zübeyirce…

Bediüzzaman’ın hayatının ve Risale-i Nur cemaatinin şahs-ı manevisinin biricik meyvesi Zübeyir Gündüzalp’i vefatının sene-i devriyesinde, yine tartışmaların odağında görüyoruz. Bugünkü yazımızda onu anlayabilmek için Afyon müdafaasına müracaat edeceğiz.
Kendi ifadelerinden iktibas ile “kırk elli sayfalık” bir dâvâ müdafaasının, yalnızca yedi sayfasını Üstadımız 14. Şuâ’ya almış. Ağacın kemalini gösteren muhteşem meyvesinin tevarüs ettiği özelliklerini maddeler halinde yazmaya kalkışsanız, belki de yüze yakın husus ortaya çıkacaktır. Zübeyir Gündüzalp’in hayat hikâyesi ve mücahadesini okuyanların, fıtratlarına göre manevî resimler edinmeleri normal değil midir? Onu ecdadı gibi at sırtında bir kahraman, onu nura karşı ittifak etmiş komünist, mason, Kemalist ve diğer zararlı cereyanlara lav fışkıran bir yanardağ, onu sakin, mütebessim ve nezih duruşuyla herkes için örnek, kâmil bir insan veya onu kalbi kırık ve yakarışlar içerisinde seccadesinde görürken hüzünlenenler gibi; Zübeyir Ağabey’e her seveni farklı bir pencereden bakma imkânına sahiptir. Bediüzzaman’a göre nasıl ki Tahiri’de yedi farklı kahramanın karakteri cem olmuşsa, Zübeyir’de ise Üstadın üç hayatının pratiği cem olmuştu. Hakkında yazılanlar; başka bakışları tekzip etmemek şartıyla doğru olabilir. Onu hem şahsiyet-i maneviyesi ve hem de misyonuyla yakından görebilmek için, Risale-i Nur’u bir bütün olarak okumak ve takip etmemiz gerekiyor.

Zübeyir Ağabey’in kaleminden Risale-i Nur’a ilk olarak girmiş Afyon müdafaasının tahlilinden bahsetmiştik. Bu müdafaaya; Kur’ân düşmanı entrikacı komitelerin 31 Mart’tan ta vefatına kadar, idarelere vehim vermek ve kandırmak üzere başvurdukları “cemiyetçilik, siyasetçilik, tarikat ve teşkilatçılık” suçlamasına cevap ile başlıyor. Mahkeme heyetine; Üstadının Eskişehir ve Denizli mahkemelerine verdiği cevaplardan mülhem susturucu tezini takdim ederken, karşısında yalnızca Afyon mahkemesi üyelerini görmüyordu… Emanuel Karsso ile kendisini izhar eden o dehşetli ilhad cereyanının zındıka komitesini ve devamını nazara alarak konuşuyor; aktüel tarih ve olayların boyutlarını aşarak mahkeme heyetine nezihane meydan okuyordu.

Nefsini değil, dâvâsını müdafaayı da Üstadından ders almış. Mısır’dan Şam-ı Şerif’e, Hicaz’dan ta Hind’e, İslam ulemasının müttefikan alkışladığı Kur’ân tefsirini müdafaa ediyordu. Ve Nur Talebelerini bunca defa şikâyet ile hapishanelere, mahkemelere düşüren ve Üstadlarını 23 defa zehirleyerek menfadan menfaya sürgün ettiren asıl düşmanlarının mahiyetini herkese ilân ediyor. Dinsizlik ve ahlaksızlık ile güzelim Türkiye’yi parçalamak, idare edilemez bir kaosa sürüklemek ve bilhassa genç dimağları inkâr-ı ulûhiyet ve safahatla tarumar eden komünist, Kemalist ve masonların hedeflerini, çalışmalarını, usûl ve stratejilerini mahkemede cihana duyuruyordu. Kendi devrini aşarak, ahir zaman dikdörtgeni içinde bu mücahedenin ta kıyamete kadar süreceğini de, Nurlar’dan iktibas ile haber veriyor. Müdafaa metni içinde; ahir zaman dinsizleri ve tahripkârları olan komünist, mason, Bolşevik ve farmasonlardan tam on beş kez bahsetmiş olması; ahir zaman şerirleriyle Nur Talebeleri arasında vuku bulmuş ve bulacak dehşetli çatışmalarının cephelerini de bize gösteriyor.

Çoğu Nur Talebelerine Zübeyir Gündüzalp, gençliği tedai ettirir. Komünistlerin zehirli fikirleri ve masonların sefahet tuzaklarıyla elde etmeye çalıştığı Müslüman Türk gençliğini… Ve bu millet, devlet, aile ve millî değer tanımayan düşmanlara karşı, Kur’ân’ın zamanımıza yansıyan nuru olan Risale-i Nur ile mücadele eden bir kahramanı… Son nefesini gençlerin arasında verirken, Kirazlı Mescit’teki dershanede son sözü de komünistlerin kitaplarıyla imanı alabora olmuş bir genç hakkındaki vasiyeti olduğunu, görgü şahitleri ispat ediyorlar.

Hayatını Asr-ı Saadet’teki sahabeler gibi Kur’ân’a feda ederken, onun “vatan, millet ve insanlık (için) nafi eser külliyatını, eğer servetim olsaydı neşrettirmek için hepsini feda ederdim” ifadeleri de onun misyonunu bize anlatıyor. İnsaniyetten, ahlâk ve terbiyeden bahsetmek için önce iman lâzımdı. Hem de; kafamızda, dimağımızda, kalbimizde ve duygularımızda biriken şüphe kirlerini temizleyecek bir iman. Bu da ancak Risale-i Nur ile temin edilebilir, bu zamanda.

İdam ile yargılanan kahramanların müdafaalarını, tarih birer şerefli levha olarak saklayacaktır. Savcının, Risale-i Nur’a “muzır eser” demesi, onun iddia makamına kükremesi için yeterli olmuştu. Ve savcıyı mesnetsiz iddia ve iftira ile suçlayacaktı. Türk üniversitelerinin, diyanetimizin ve diğer bilirkişi raporlarını bu arada savcının gözlerine sokacaktı.

Bediüzzaman’ın vefatını takiben, onun bütün Nur Talebelerini Risale-i Nur Külliyatı etrafında toplayarak şurâya ön ayak olması, düşmanlarının zihninde farklı tedailere sebep olmuş olabilir. Onu teşkilâtçı- cemiyetçi, bazen gazeteci ve bazen de sofi olarak tasvir edenler; hem Risale-i Nur’u ve hem de Zübeyir Gündüzalp’i tanımayanlardır. Buradaki tutarsızlık, yukarda arz ettiğimiz üzere Zübeyir Ağabey’i Risale-i Nur hareketinin ve Bediüzzaman’ın mücessem bir meyvesi olduğunu göz ardı etmekten kaynaklanıyor. Kendisinden çok önce Barla’da, Isparta’da, Kastamonu ve Denizli’de Üstad’a talebe olmuş; Hulusi, Tahiri, Sabriler, A. Feyzi, M. Feyzi, Çelebiler, Fakazlı, Re’fet Ağabeylerin, onun şura dâvetine lebbeyk (!) demeleri ve alınan meşveret kararlarına sahip çıkarak Risale-i Nur Talebelerinin şahs-ı manevisini ortaya koymaları da gösteriyor ki; Zübeyir demek Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin mücessem bir hâli demekti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*