“Zübeyrimi kâinata değişmem”

1970 senesi yaz aylarında Risale-i Nur’la müşerref olduğumda, 17 yaş içerisindeydim. O zaman ağabeyler bana nereli olduğumu sorduklarında, “Babam Ermenek, annem Ankaralı” diye cevap verince, “Ooo, bu kardeş Zübeyir Ağabeyin hemşehrisi demek ki” derlerdi. Tabiî o zamanlar hem cemaatte yeni, hem de genç olduğum için pek anlamıyordum. Sonraları anladım, ama maalesef o zaman da, Zübeyir Ağabey vefat etmişti. Fakat hayal meyal, onu bir defa Ankara Yeni Asya bürosunda gördüğümü hatırlar gibiyim. Ama diğer ağabeyler gibi bir muarefemiz, bir sohbetimiz olmamıştı. Kendisi, aynı zamanda hemşehrisi olan babamla aynı yaştaydılar.

Nur’un en mühim ve büyük rükünlerinden olan Zübeyir Ağabey, milletin, memleketin başına bir kâbus gibi çöken hâin ihtilâllerden ikincisi olan 12 Mart 1971 hadisesinden hemen üç hafta sonra, 2 Nisan 1971 tarihinde vefat etmişti. Kim bilir o şen’i hareketlerin tahribatının daha büyük olmaması için, bir bakıma onların vefatını kader-i İlâhî iktiza etmişti. Tıpkı 27 Mayıs 1960’tan iki ay kadar önce Üstadın vefatı gibi…

Rahmetli Zübeyir Ağabey, Üstadın en has talebelerindendi. Biz Risale-i Nur’u tanıdığımızda, Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra cemaatte meydana gelen çalkalanmalar esnasında görüp hissettiğimiz bazı şeyler vardı. Üstadın vefatından sonra bu cemaati bir arada tutan ve istikametini muhafaza eden (Üstad ve Risale-i Nur’un düsturlarıyla) Zübeyir Ağabeydi. Zaten Üstad, her ağabeyin kabiliyetine göre, onları çeşitli işlerde istihdam edermiş. Meselâ, içtimaî ve siyasî hayata taalluk eden meselelerde Zübeyir Ağabey kabiliyetli ve Allah’ın izniyle Üstadın çizgisinden ve yolundan inhiraf etmediğinden ve kolay aldatılamayacağından dolayı onu istihdam ederken, dershane hizmetleri, iâşe v.s gibi hizmetlerde de başka ağabeyleri istihdam edermiş.

Evet, Zübeyir Ağabey Üstadla tanışmadan önce PTT’de memur olarak çalışırken, gemileri yakıp Üstadına talebe olduktan sonra, Üstad bir gün talebelerinden birine Zübeyir Ağabeyi kastederek, “Bu saf, otuz lira maaşla memuriyeti bırakıp benim yanımda otuz kuruşa talime razı oldu!” diye lâtife yaparmış. Yine bir gün bunu söylediği talebesine dönerek “Zübeyir var ya Zübeyir… Ben bu Zübeyrimi kâinata değişmem…” demişti.

Onunla alâkalı çok hatıralar var. Bir ağabeyimizin Zübeyir Ağabeyden naklettiği bir iki hatırayla yazımızı noktalayalım:

“(Zübeyir Ağabeyi) ilk ziyaretim Süleymaniye’deki odasında oldu. Kapıda gördüğümde:

“Kardeşim,” dedi, “Ben böyle gördüğün gibi perişan bir insanım. Ben evliya mevliya değilim. Bu tarzda geleceksen gel.” dedi. Ben de içimden “Oh, tam aradığım kafada bir adam!” dedim. (…)

“Zübeyir Ağabey, Üstaddan gelen bir cümleyi veya paragrafı pek çok hikmet çıkarmak için tekrar tekrar okur ve derdi ki:

‘Biliyorsunuz kardeşim, evliyaullah 70 hikmetten serd-i kelâm eyler. Onun için lâhika mektuplarını da iki defa okuyun.’ (…)

“Daha sonra Zübeyir Ağabeyden şunu duymuştum: ‘Üstadımız Risale-i Nur’u üç temel esas üzerine bina etmiştir: 1. İmanî bahisler. 2. Müdafaalar. 3. Lâhikalar. İmanî bahisleri okuyanlar, ehl-i takva ve ehl-i salâhat olur. Müdafaaları okuyanlar, dâvâsının müdafaasıyla mücehhez olur. Lâhikaları okuyanlar, hadiseler karşısında nasıl hatt-ı harekette bulunacaklarını lâhikalardan öğrenirler’ demişti.” (risale-inur.org, Ahmet Emin Dernekli anlatıyor)

Rahmetullahi aleyh.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*