Zülfikar zulmetleri dağıtacak

Zülfikar’a muhtaç olanlar

Dünyevî menfaatler için dinî değer ve ölçülerin temelinin zayıflatılarak ahlâkın esasından sarsıldığı “Bu acib asırda ehl-i imanın Risale-i Nur’a, ehl-i fen ve mektep muallimlerinin Asâ-yı Mûsa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hafızlar ve hocalar dahi Zülfikar’a şiddetle muhtaçtırlar” der, Bediüzzaman.

Risale-i Nur, bütün eserleriyle imanı takviye ederek tahkiki hâle gelmesine vesile bir tefsirdir. Onun bir kitabı olan Asâ-yı Mûsa’nın muhtevası Bediüzzaman’ın iman dâvâsının esaslı bir savunmasıdır. Denizli Hapishanesi’ne çeşitli entrikalarla toplatılan Nur Talebeleri orada iman dâvâsının kuvvetli imtihanını vermişlerdir. Bu mücahedenin harika bir meyvesi olan Meyve Risalesi, iman esaslı ahlâkî takviyeleriyle temellerin tamirini yapmıştır. Asâ-yı Mûsa’nın ikinci kısmı olan Âyetü’l-Kübra, kâinat laboratuvarında müthiş gözlemlerle Yaratıcıyı arama çalışmaları yaptırır. Defalarca tetkiklerin ardından Külliyat’ta en fazla tekrar edilen İsra/44 âyetinin mükemmel tefsiri yapılmış olup, on dokuz makamda tevhid ilân edilir. İlân edilen tevhid “Lâ-şerîke leh/Allah bir olur; ortağı yoktur” esasını yine gözleme dayalı kuvvetli bilimsel delillerin ardından Tabiat Risalesi ile mevcudatın yaratılmasının tesadüfen olmadığı, sebeplerin eseri hiç olmadığı, tabiatın dahi bir mahlûk olup yaratıcı olmayacağı ve o halde bütün bunları çekip çeviren ve bunların üzerinde mutlak bir güce sahip olan yaratıcının olacağı anlatılır, isbat edilir. Esma-i İlâhîyenin İsm-i A’zamlarından Adl, Hakem, Hay ve Kayyum isminin muknî izahı yapılır. Münacaat Risalesi ile duânın en kâmil eseri telif edilir. İsm-i A’zam mertebelerini taşıyan on bir kelimeli duânın tahlili yapılır ki şirkin izalesi, tevhidin tesisi neticesinde teslimin tahakkuku sağlanır. On İki Bürhanlı gezi gözlemli araştırma çalışmalarıyla şek ve şüphesi olmayan imana yönlendirme yapılır. Nur Mesleğinin özelliklerini kısmen anlatan kısa mektuplarla Asâ-yı Mûsa tamamlanır.

Zülfikar’a hafız ve hocalar da muhtaçtır

Görüldüğü üzere Asâ-yı Mûsa, tamamen imanın müşahede destekli ilmî tetkiklerle kemâle ermesi sağlanır. Bundandır ki istikbalin yegâne varisi gençleri eğiten muallimlerin, bu esere çok ehemmiyet vermeleri lâzımdır.

Zülfikar’ın ehemmiyetini anlatan Bediüzzaman, dikkatleri çekme adına; Risale-i Nur’a ehl-i imanın, Asâ-yı Mûsa’ya ehl-i fen ve mektep muallimlerinin muhtaç oldukları kıyasının ardından hafız ve hocaların Zülfikar’a muhtaç olmalarının hikmeti ne ola? Zülfikar’da hoca ve hafızların şiddetle muhtaç oldukları neler var acaba?

Tahkikatımızın devamını eden arz ederken bu eseri yeniden neşriyat âlemine kazandırarak bir büyük hizmete vesile olan Yeni Asya Neşriyatı cidden tebrik ediyoruz. Emsallerinden çok farklı tanzimle ve pratikte çok kullanışlı bir düzenleme ile hazırlanan bu eserin hepimize faydalı olmasını diliyoruz.

Risale-i Nur’un her bir eserinin neşredilip, ehl-i imanın imdadına yetişerek imansızlıktan kurtulmalarından bazı çevreler rahatsız olur. Onlar, bazı hassas hissiyat sahibi hocaları tuzaklarına çekerek, bu hizmetin aleyhinde tahrik ederler. Onun için hoca ve hafızların hissiyata kapılmayı bir kenara bırakıp, sırf Allah rızası için te’lif edilen Risale-i Nur’u ve hassaten Zülfikar’ı tetkik etmeliler. Ta ki ondan istifade etsinler.

Nelerdir bunlar?

Evvelâ; Kur’ân’ın mu’cizeliği bahsinde zikredilen âyetlerin şüphe ve itiraza sebep olmuş aynı yerlerde, mu’cize oluşunun parıltıları ve Kur’ân’ın güzel nükteleri, Zülfikar’da ispat edilmiştir. Zira, Zülfikar büyük bir bahçedir. Büyük bir bahçeye girenin her şeyden istifade etmesi beklenmez. Ne kadar istifade etse kârdır. Aynen bu misal gibi Kur’ân’ın Cennet bahçelerinden bir bahçe olan Zülfikar’ın ihtiva ettiği hakikatlerin hepsinden, birden istifade edilmesini beklemek yerine teenni ile yavaş yavaş ve hazmede hazmede okumak daha akıllıca bir davranış olur. Kaldı ki Zülfikar’ın baş tarafındaki mevzulardan herkesin istifadesi mümkün iken yarıdan sona olan kısmından ise ehl-i ilmin daha ziyade istifade edeceği ihtarını unutmamak lâzımdır.

Zülfikar’da geçen mevzulardan olan haşir, Resul-i Ekrem’in (asm) mu’cizeleri ve Kur’ân’daki mu’cizevî ifadeler konusunda hocaların ve hafızların ikna olma ve ikna etme noktasında hem ihtiyaçları var ve hem de ihtiyacı olanlara anlatmada yardıma muhtaçtırlar.

Haşir Risalesi, eserin Birinci Makamıdır. İmanın altı esasından, Kur’ân’ın üçte birini teşkil eden ahirete iman en muknî ve güncel misal ve delillerle anlatılarak isbat ediliyor. Bu anlatım öylesine tesirlidir ki İbni Sina gibi son derece zeki felsefe âliminin; ahirete “İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez” diye dile getirdikleri müşkil bir mevzu, herkesin anlayacağı şekilde izah edilmektedir. Taklidi kırılmış, teslimi bozulmuş bu asırda “Eğer, haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi, kat’i bir surette anlamak istersen; haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkat ile bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok” ilânıyla, kendinden ve eserinden emin bir özgüven içerisinde insanlar, haşre imana dâvet edilir.

Zülfikar’ın İkinci Makamında, Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) Risalesi ismiyle maruf On Dokuzuncu Mektub ve Zeyilleri vardır. Telifi anında hiçbir kaynak eser olmadan üç yüzden ziyade mu’cizenin senedleriyle beraber, okunmasından daha kısa zamanda yazılması ile de ayrıca dikkati çeken bu esere gerçekten hocaların ve hafızların ihtiyacı vardır. Zira bu asırda terbiye-i Muhammediye’nin (asm) zedelenmesinin ötesinde sinsî şekilde Peygamber Efendimizin (asm) risaletinin inkârına zemin hazırlayan tertiplerle ve özellikle hadis metinlerinin; ehil olmayanlar tarafından kasden tartışmaya açılması tuzağı karşışında gerçekten hoca ve hafızların ihtiyacı vardır. Hoca ve hafızlarımız; insaf ve hak namına her nevi taassubî, cemaatî tarafgirlikleri bırakıp Zülfikar’ı vesile ederek Risalet-i Ahmediye’nin (asm) en kesin delilleri olan mu’cizelerini bu eseri okuyarak imanlarını tazeleyip, kuvvetlendirdikten sonra yeniden, ama daha dikkatli ve şuurlu şekilde ilân ve tebliğ etmelidirler.

Hoca ve hafızların ihtiyacı olan Zülfikar’ın, Üçüncü Makamında Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi namıyla tanınan Yirmi Beşinci Söz ve Zeyilleri vardır.

Yirmi Beşinci Söz; mülhidler tarafından tenkid ve itiraz edilen âyetlerin veya bir başka ifade ile hakkında vesveseye düştükleri âyetlerin her birisini, harflerine varıncaya kadar tahlil ederek mu’cizeliğini ilân ve isbat eden harika bir tefsirdir.

Belâgat ilmi ve Arapça ilimler zaviyesinden de son derece dikkat çekici özelliklere sahip olan bu eser, hakkında şüpheye düşürülmek istenilen âyetlerin savunulması konusunda hoca ve hafızlara fevkâlade yardımcı olacak kıymetli bir tefsirdir.

Kur’ân’ın, yirmi beş tarifinin yapıldığı ifadelerle başlayan bu eser mücerred (delilsiz) değil, aksine müberhen (delilli)dir. Evvelâ Kur’ân’ın belâgatı başlığı altında i’cazı ilk kısımda anlatılırken İkinci Suret kısmında ise; nazmındaki cezalet ve metaneti, manasındaki harika belâgati, üslûbundaki harika eşsizliği, lâfzındaki harika fesahati, beyanındaki üstünlüğü âyetlerden getirilen zengin ve engin harika misallerle izah ve isbat edilir. Kur’ân’ın görülmedik derecede çok özellik ve manaları ihtiva edici olan harika câmiiyeti hususunda; lâfzındaki câmiiyet, manasındaki câmiiyet, ilmindeki câmiiyet, bahislerindeki câmiiyet, üslûb ve îcâzındaki ( veciz oluşundaki) câmiiyeti pencerelerinden yapılan tahlillerde âyetlerden getirilen örnekler; güncel konulara ve hayata ışık tutar. Geçmişe, geleceğe ve ayrıca yaratılışa ait gaybî bilgilendirmeler yapılır. Her asırda tazeliğini nasıl koruduğu gerçeğine, zaman ve mekân üstü kaynaktan gelmesine dikkat çekilir. Kur’ân medeniyetinin esasları ile mevcut medeniyetin esaslarının mukayesesi yapılır. Bu cümleden olmak üzere mevcut medeniyetin bütün tedbirleri ile hâlledemeyip beşerin başına; “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne!” ile “Sen çalış, ben yiyeyim.” ifadeleri ile sembolize edilen tehlikeli anlayışın zenginler ve fakirler arasını açtığını, anarşiyi körüklediğini ifade eder. Çözüm olarak; merhamet ve şefkatin zenginlerde, hürmet ve itaatin fakirlerde tesisi için faizin kaldırılması ve zekâtın esas kılınması ile olacağı anlatılır.

Çok evlilik, mirastaki dağılım, resim/foto/suret, kadın hakları, tesettür, müzik, tiyatro, sinema, roman, edebiyat hakkında âyet kaynaklı izahlar ve isbatlar yapılır. Her bir âyetteki insan tabakalarının hisseleri dile getirilir.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın genelindeki selâset (ahenk), selâmet, tesanüd (dayanışma), tenasüb (uyum), teâvün (yardımlaşma), tecâvüb (cevap verme) gibi zaviyelerden pek çok özellikler, âyetli misallerle anlatılır. Âyetlerin hatimelerindeki fezleke (özetleme) ve Esma-i Hüsnanın muazzam uyumla sıralanmasına yine pek çok âyet delil getirilerek dikkat çekilir. Evvelâ kâinattaki faaliyet ve eserleri nazara verir. Onlardaki İlâhî san’atı anlamak için aklı dâvet eder. Fiilleri tafsil edip kanaat verir, icmal edip hıfzettirir. Parçadan bütüne, bütünden parçaya örneklemelerinin olduğu âyetî değerlendirmelere dikkat çekerek esmaya bağlar. Sürekli değişimde olan bütüne ait parçaların zikri ile sabit hakikatler suretinde tutarak, onda her an tecelli eden nuranî, küllî esma ile nasıl kategorize edildiği ve bütün bu harekât ile tefekküre dâvet eder. Böylece Rububiyet dairesindeki faaliyette vahidiyetin azam tecellisini-meselâ-Âyete’l-Kürsî’nin âyetlerinde gezdirerek şirkin mümkün olmayacağı anlatılır. Neticenin tahakkuku için sebebi vesile kılarken; sebebin de neticenin gerçekleşmesinde tesirinin olmadığı ve sadece izzetinin gereği olarak vesile olduğu anlatılır.

Yirmi Beşinci Söz’de anlatılanlar elbette bu kadar değil, dahası var.

Zülfikar’ın Mu’cizat-ı Kur’âniye Makamında, Bediüzzaman Hazretleri öylesine ilginç şekillerde izahlarda bulunuyor ki Allah’ın, ahiretteki fevkalâde harika ef’allerini kalbe kabul ettirmek için oraya hazırlık olması babından dünyadaki emsalî fiillere âyetlerle dikkat çeker.

İstikbalî ve uhrevî olan İlâhî o acib fiillerin zikredildiği âyetleri öyle bir izahla nazara vererek, âdeta bunlarla sanki dünyadan meşhudumuz, şahid olduğumuz, yaşamışız gibi kanaatımızın geleceğine dikkat çeker.

Cüz’î maksatların zikrinin küllî maksadlara tevcih için olduğu, isyankâr amellerin zikri sonunda tehdit ile tahdid ve ıslâha teşvik, netice de ümitsizliğe düşmemek için müşfikâne teselliye âyetlerle dikkat çeker.

Kur’ân’ın, diğer kelâmlarla kıyas edilemeyeceği anlatılır. Tekrarların kusur olmadığı aksine mu’cizevî sır ve şifreyi sakladığına işaret edilir.

Üçüncü Makamdaki zeyillerde Kur’ân’da zikredilen peygamber kıssalarında saklı olan işaretlere dikkat çekilir. Onların her bir mu’cizesi, beşere işarettir. Fetih Sûresindeki işaretler, geçmişteki hadiselere anahtar olduğu gibi geleceğe de şifredir.

Evradın yer aldığı son kısımda duâlar, duâlar…

İşte bu ve daha anlatamadığımız mevzuları ihtiva eden Zülfikar, hoca ve hafızlarımız tarafında ısrarla okunmalı ve sahip çıkılmalıdır.

Vaktiyle Dahiliye Vekilinin emriyle, aleyhte bir rapor çıkarmaları için Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderilen Zülfikar’ın, ehl-i insaf hocaların üç ay tetkikleri ardından tenkit yerine takdir ederek, Diyanet Kütüphanesi’ne Asâ-yı Mûsa ile konulması istikbale işaret nevindendir. Mülhidlerin müdahalesine rağmen, Risale-i Nur ve onun parçalarından olan Zülfikar, ilim dünyasında yerini aldığı/alacağı gibi Diyanet camiasında da yerini alıyor ve alacak inşaallah. Elverir ki aslına uygun tab edilsin, muhtevasına müdahale edilmesin.

Birkaç satırlık miras ve tesettür bahisleri bahane edilerek dört sene müsadere edilen Zülfikar’ın, nihâyetinde beraat etmesi hayra çok vesile olduğu gibi istikbalde de çok okunmasına vesile olacaktır, inşaallah. Bu cümleden hareketle Asâ-yı Mûsa ve Zülfikar geçmişte Ravza-i Mutahhara civarındaki ulema heyetine takdim edilmesi, Mısır Camiü’l-Ezher, Şam ulemasına, Hindistan ulemasına gönderilmesi nasıl geçmişte müellif-i muhterem Bediüzzaman Said Nursî’yi fevkalâde memnun ettiği gibi, bugün dahi neşredilerek umum İslâm ulemasına ulaştırılması mana âleminde yine memnun edecektir inşaallah. Bu iki eserle beraber Tılsımlar, Siracinnur Mecmuasının neşrine de Üstad ehemmiyet vermiştir, bugün de neşri gerektir.

Rahmetli Hafız Ali, Zülfikar ve emsali eserlerin neşrinde büyük gayret ve yardımları olan ağabeylerdendir.

“Zülfikar’a verdiği herbir banknota mukabil, bin kâr görecek, binler hayırlara medar olacak.” ifadesindeki müjdenin farkına varan her bir ehl-i sehavet bu kazançtan geri kalmayacaktır inşaallah.

Risale-i Nur ve Zülfikar’dan iktibas ederek kendi malûmatı gibi neşredenlere hakkını helâl eden Bediüzzaman Hazretleri, memnun olduğunu da ifade eder. Zira onun için önemli olan Kur’ân ve iman hakikatlerinin ilân edilmesidir, neşredilmesidir. Bu noktada isim, sonraki konudur. Dolayısıyla hocalar Zülfikar’daki mevzuları ihtiyaç hissettikleri zaman kendi malûmatları gibi anlatmalarında bir sakınca olmamaktadır. Ancak yeri ve zamanı geldiğinde de Fatihaya ve duâya vesile olması noktasından müellifinin ve eserinin ismini söylemek de ehl-i vefaya yakışandır.

Zülfikar’ın neşrindeki hassasiyetler

Risale-i Nur, muzır felsefe ile mücadele eder, beşerin içtimaî hayatına, ahlâk ve kemalatına, san’at ve terakkiyatına hizmet eden felsefe ile değildir. Dolayısıyla ehl-i mektep dediğimiz eğitim öğretim yapan, yaptıran ve akademik camia Risale-i Nur’u ve bilhassa Zülfikar ve Asâ-yı Mûsa’yı mütalâa etmeye muhtaçtırlar. Yaratılışa dair aradıkları kevnî hakikatler oradadır.

Zülfikar’ın neşrine gerçekten ihtiyaç olmakla beraber tedbir noktasında da dikkat edilmesi gereken hususlar var. Risale-i Nur’un fütuhatından rahatsız olan ehl-i mülhidler ve münafıklar bir kısım insanları, hocaları tahrik ederek aleyhte istimal etme ihtimali her zaman var. Ehl-i ilim ve felsefeyi de ilmî enaniyetlerinden tahrik ederek neşre mani olmaları mümkündür.

İhtiyat, her vakit iyidir. Bu memleketin emniyet ve asayişi için Nur Talebeleri birer sigortadır, sulh ve sükûnetin temel taşlarıdır, pusulasıdır. Saadete kavuşan, onu elden, kaçırmamak için uğraştığı gibi saadete götüren vesilelerden Zülfikar’ın korunmasına da en az o kadar gayret göstermek elzemdir. Âyetü’l-Kübra gibi tamamen tevhid konularıyla dolu olan eserin neşrine mani olmak istedikleri gibi, Zülfikar’ın da neşrine mani olmak isteyenler olabilir. Onlar kendilerini, istikbalin lânetinden kurtarmak için elbette bahane arıyorlar ve hüküm ellerinde bulunanları aldatıyorlar. Onun için Allah’ın koruması ve yardımına tam itimad ederek ihtiyat edilmeli. İnşaallah Zülfikar kendini tecavüzden muhafaza edecek ve mütecavizlerin başını dağıtacak veya imana getirecek.

Üstadın zamanındaki ilk neşir yıllarında komiser ve Emniyet Müdürünün, Zülfikar’a sahip çıkarak alıp okumaları istikbale bir müjdeli işaret kabilinden, günümüzün ve geleceğin emniyet mensuplarının Zülfikar’a, inşaallah sahip çıkmaları matlubumuzdur.

Zülfikar, ilmî geniş bir derstir. Vaktiyle Mekke-i Mükerreme’ye ve oradaki Hindli âlim Ahmed Ali Şimşirî’ye gönderilmesi dün Üstadı sevindirdiği gibi bugün ve yarın da İslâm âlemi ve diğer ülkelere gönderilmesi orada fütuhata vesile olması yine onu ve hepimizi sevindirecektir. Nitekim Üstadın ziyaretine giden Pakistan Maarif Vekilinin, bir kısım Risaleleri alıp memleketine götürmesi, aleyhte çalışan münafıkların rağmına Avrupa ve Asya’ya Risale-i Nur’un ulaştırılması, o dönemlerde Türkiye’de Dahiliye Vekili, Asâ-yı Mûsa ve Zülfikar’ı yasak ederken, özellikle Berlin’de Almanların Zülfikar’ı almaları şevkin yükselmesine fevkalâde vesile oluyor idi.

1951 yılının başında Zülfikar’ın İstanbul’da bulunan Papalık vasıtasıyla Vatikan’daki Papaya gönderilmesi çok dikkat çekici ve bir o kadar da anlamlı idi ki Avrupa Birliğinin kuruluş yıllarına tevafuk ediyordu.

Ve nihayet geçmişin en güzel hizmet numunesinden birisini nakledelim. Afyon Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Salonu’nda idamla yargılanan kahraman Tahiri Mutlu haykırıyor:

“İstanbul’dan teksir makinesi ve kâğıt alarak Isparta’ya getirdim. Evvelâ Zülfikar, Mu’cizat-ı Kur’âniye ve Ahmediye mecmuasını bastık.” der ve hasıl olan gelir ile diğer eserlerin basımı ve neşri için sarfettiğini ve bütün bunları da sırf Allah rızası için yaptığını vicdanlara hitap ederek söyler.

Ağır Cezada yargılanma esnasında ve o günlerin Türkiye’sinde bunları haykırmak ne demektir? Nasıl bir fedakârlık ve kahramanlıktır?

Bugün “artık o sıkıntılı zamanlar geçmiş, safalı zamanlara gelmişiz” derken bugün de farklı sıkıntılarımız var. Dünyevîleşmenin tavan yaptığı, sap ile samanın karıştığı, dinin dünyaya, makama, servete alet edildiği, sapı bizden baltaların getirdiği farklı sıkıntıların yaşandığı dönemde yine çare Mevlâmıza yönelerek medet istemektir. İman ve ahlâkımızın yara aldığı noktadan yeniden tedaviye başlamak gerek. İşte sadece bunun için de Zülfikar’ı okumalıyız, neşretmeliyiz.

Zülfikar’ın neşrinde Üstad’ın telâşı

 Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar’ın basımı ve neşri konusunda fevkalâde hassas olduğu gibi yazılması ve tanzim edilmesinde de en az o kadar titizdir.Bunu Emirdağ Lâhikası’ndaki şu ifadelerinden anlıyoruz: “Eğer eski harfle imkân varsa, Evvelâ: ikinci vazifenin mahsulü ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’âniye namındaki mecmua gayet dikkatle ve ihtimamla tashihine ve eğer kabil ise tevafuklu olmasına çalışsın.”

Neşrindeki ihtiyat konusunda ise; “…ben dünyanın vaziyetini bilmediğimden, fırkalar fırtınası bizim bu mes’elemize ilişmemek için mümkün olduğu kadar ihtiyat etmemiz lâzımdır” ifadesinin devamında “Sizlerin şimdiye kadar isabetli ve tam yerinde hattâ ruhanîleri dahi alkışlamaya sevk eden kudsî hizmetiniz ve hakikatbîn tedbirleriniz ve eski ve yeni Said’lerin ve Abdurrahman’ın vazifelerini tam tamına yapmanız gösteriyor ki: Risale-i Nur ve Medreset-üz Zehra’sı hakikî sahib ve hâmi ve naşir ve şakirdlerini bulmuş. Daha bu bîçare, zaîf, perişan, ihtiyar Said’e ihtiyaç kalmamış” diyerek naşir talebelerini tebrik ve teşvik eder.

Kaç makaledir; Zülfikar’ın tanıtımı ve takdimini yaparken, yapılan ve yapılması gereken ihtiyat ve tedbirine de Külliyattan alıntılar yaparak dikkat çekmeye çalıştık.

Bunun bir sebebi ve hatta gerekçesi var, o da yine Külliyattan: “Zülfikar, Siracünnur elbette gizli düşmanımız mason ve komünist maskesi altında anarşist ve mürted münafıkların çok dehşet verip bellerini kırdıklarından, her halde Beşinci Şuâ’ı bahane ederek eski kabinenin bir kısım erkânını aldatmışlar. Fakat bu plânları dahi akîmdir. Neşrolan ve istinsahla ziyadeleşen kısım kâfidir. Hükûmetin elindeki kısım, hükûmet memurlarına lüzumu var ki, kader-i İlâhî bu hale müsaade ediyor….”

“Dinî mecmuadan okuduğumuza göre; imanın altı rüknünü inkâr eden, Türklüğün Yeni Âmentü’sü isimli ve bu vatan ve millete çok dehşetli bir hakaret olan bu yazının yirmi seneden beri memleketimizde yayılmasını isteyen ve eline ehemmiyetli bir memuriyet geçen bazı insafsız ve dinsizlere bakınız ki; bütün âlem-i İslâma yayılan, hususan Mekke, Medine, Mısır, Şam, Hindistan allâmelerinin takdir ve tahsinlerine mazhar olup, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kabr-i şeriflerinin üzerine konulan ve yüzbin adamların imanlarını kurtaran Risale-i Nur Külliyatı, hususan Asâ-yı Musa, Zülfikar mecmualarının neşrine izin verilmemesi elbette kışın bu emsalsiz soğuğunun bir sebebi olmasına hiç şüphemiz kalmadı. Mükerrer vakıalar ve emarelerle Risale-i Nur bir sadâka-i makbule hükmünde belâların def’ine bir vesile olduğundan; şimdi iki günlük işi, iki buçuk sene uzatmakla Nurlar’ın gizlenmesine çalışmakla elbette musîbet ve belâ fırsat buldu geldi. Kışın hiddetiyle kendini gösterdi kanaatındayız.” 1

“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.”2

Bu anlayışın ıslâh olduğunu düşünüyor musunuz?

Zülfikar’ın neşrindeki telâşında Bediüzzaman haksız mıydı?

Dipnotlar:
1- Gayr-ı münteşir Afyon Hapishanesi Mektupları, s. 5.
2- M. Latif Salihoğlu, Adı Cumhuriyet (Tek Parti Dönemi), s. 261, Y. Asya Neş. İst/2017.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*