Zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar

Image
Şeriatla, Kur’ân ile, hadis ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü’l-emre itaat farzdır…. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar.

Siz Şeriat dersiniz, halbuki Şeriata muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedar ediyorsunuz. Şeriatla, Kur’ân ile, hadis ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü’l-emre itaat farzdır.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 34

***

İkinci Cinayet: Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla şeriatın ve müsemmâ-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” hadîsinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zâlimâne tahakkümü mahvetsin.

Herhangi bir nutuk irad ettim ise; her bir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhân-ı katî ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl, Şeriatın meslek-i hakîkisi, hakikat-ı Meşrûtiyet-i meşrûadır. Demek Meşrutiyeti, delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı Şeriat telâkki etmedim. Ve Şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulemâ ve Şeriatı, Avrupa’nın zünun-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinâyet ettim ki; bu tarz muâmelenizi gördüm.

Üçüncü Cinâyet: İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi—hamal ve gafil ve safdil olduklarından—bazı particiler onları iğfal ile vilâyat-ı şarkiyeyi lekedâr etmelerinden korktum. Ve hamallann umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları sûretle Meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu meâlde:

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adâlet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhiyle cihâd edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularamızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husûmette fenalık var, husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.

İşte o hamalların, Avusturya’ya karşı—benim gibi bütün Avrupa’ya karşı*-boykotajları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatın tesiri olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını ta’dil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisâdî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.

* Bediüzzaman’a zurefâdan biri, bir gün, irfaniyle mütenâsib bir esvab giymesi lüzumundan bahseder. Müşarünileyh de: “Siz, Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve mânevî mamulâtını giyiyorum” buyurmuştur.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 22-24

LÜGATÇE:

ulü’l-emr: İdâreci, başkan, devlet reisi.

iğfal: Kandırma, aldatma.

vilâyât-ı şarkiye: Doğu illeri.

istibdat: Baskı.

tahakküm: Zorla hükmetme, baskı.

zarûret: Çaresizlik. Muhtaçlık, yoksulluk, şiddetli ihtiyaç, fakirlik.

ihtilâf: Ayrılık.

marifet: Eğitim.

ittifak: Birleşme.

teyakkuz: Uyanma, uyanıklık.

terakkî: İlerleme, yükselme.

husûmet:Düşmanlık.

hikmet-i hükûmet: Hükümet uygulamalarının gayeleri.

müşevveş: Karışık.

harb-i iktisadî: Ekonomik savaş.

zürefa: Zarif kimseler, zarifler.

esvap: Elbiseler.

müşarünileyh: İsmi evvelce söylenmiş olan, sözü edilen.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*