Zulüm devam etmez

Image
Son günlerde İsrail devletinin artarak devam eden vahşetlerini kelimeler açıklamaktan aciz kalıyor.

Korkak insanın ne yapacağını önceden kestirmek zordur. Çünkü her an her şeyi yapabilir. Aslında bugün Filistin’de yaşanan dram, İsrail devletinin cesaretini değil, korkaklığını sergilemektedir. Mert olan cinayete tenezzül etmez. Yahudilerin tarihi bunu en acı biçimde gözler önüne sermektedir.

Yahudilerin tarihine baktığımızda hep korku ve endişe hâkim olmuştur. Mısır’da baskı altında yaşadıkları için, buradan çıkıp Filistin’e geldikleri halde İsrailoğullarının içine sinen korku ve endişe henüz kaybolmamıştı. Mukavemet ve cesaret sahibi değildiler. Üstelik dünya hayatına da şiddetli bir hırsla bağlıydılar. Ölümün hayatta kalmaktan bin kat iyi olduğu zamanlarda bile, zillet içinde de olsa yaşamayı, izzetle ölmeye tercih etmişler ve hiçbir bağımsızlık mücadelesi vermeden Firavunun baskısına boyun eğmişlerdi.

İsrailoğullarını şevke getirmek zor görünüyordu. Bu bakımdan Hz. Musa’ya itiraz ettiler. “Ya Mûsâ!” dediler, “Orada zorba ve güçlü bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla giremeyiz. Eğer çıkarlarsa, ancak o zaman gireriz.”1

Bu sözle savaşmaya istekli olmadıklarını belirtiyorlardı. Hz. Musa (as) onlara, Allah’ın kendileri ile beraber olduğunu, O’nun emirlerine uyup yasaklarından kaçmanın ötesinde onların başka bir görevleri olmadığını ve isterlerse aralarından seçtikleri sözcülerin birlikte giderek düşmanı kontrol edebileceklerini söyledi. Bunun üzerine her sülâleyi temsilen seçilen on iki kişi, Eriha’ya gittiler. Şehre vardıklarında halkın iri ve cüsseli kimseler olduğunu gördüler. Şehir halkının bu halleri, onları korkuya düşürdü. Halktan birisi on iki Yahudiyi yakalayarak hükümdarlarına getirdi ve “Garip değil mi, bunlar bizimle savaşmak istiyorlarmış” dedi.

Hükümdar da onlara “Haydi, sahibinize gidin ve gördüğünüzü haber verin” deyip casusları serbest bıraktı. Geri dönenler, şehir halkında ne gördülerse hepsini İsrailoğullarına anlattılar. Buna karşılık Yuşa b. Nun ile Kalib, o kavme galip gelmenin kolay olduğunu, şehrin en kritik noktası olan kale kapısını ansızın ele geçirip oradan içeri girmekle şehrin düşeceğini belirtip, “Üzerlerine hücum edin, kapıyı tutun. Kapıyı tutup da dışarıda savaş meydanına çıkmalarını önlediniz mi muhakkak siz galipsinizdir. İmanınızda samimî iseniz yalnız Allah’a dayanın”2 deyip kavmine cesaret ve kuvvet vermeye çalışıyorlardı.

Yahudiler rahatlarına çok düşkündüler. Allah, Hz. Mûsâ’ya (as); İsrailoğullarını vaat ettiği kutsal şehre sokmasını emretti. Hz. Mûsâ (as) ile birlikte bulunan İsrailoğulları, Allah tarafından kendilerine vaad edilen kutsal şehre yaklaştıklarında orada Heysanlıların (Hititler) kalıntılarından ve Ken’anlılardan oluşan zalim bir kavmin yerleşmiş olduğu bir şehir buldular. Hz. Mûsâ (as), onlara; şehre girmelerini, onlarla savaşmalarını ve onları kutsal şehirden çıkarmalarını emretti. Fakat onlar bunu yapmaktan kaçındılar ve düşmanlarıyla karşılaşmaktan korktular. İsrailoğulları, Hz. Mûsâ’ya (as) karşı Allah’ın emrinden çıktıklarını ifade ettiler:

“Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Biz göz göre göre ölmek istemiyoruz. Şu halde sen ve Rabbin gidin (bizim yerimize onlarla siz) savaşın. Biz burada oturacağız ve bir adım bile kıpırdamayız.”3

Diğer on kişinin cesaret kırıcı haberleri karşısında bu iki kişinin cesaret verme gayreti fayda vermedi. İsrailoğulları düşmanlarıyla savaşmaya dair kendilerinde güç ve kuvvet bulamadılar. Yahudiler, Hz. Musa’ya (as) isyan ettiler. Artık yapılacak bir iş kalmadığını gören Hz. Musa (as), Allah’a yönelip kavmi için duâ etmeye başladı:

“Ya Rabbî!” dedi, “Ben kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu itaatsiz, bu yoldan çıkmış topluluk arasında Sen hükmünü ver!” 4

Allah, Hz. Musa’nın (as) bu duâsı üzerine İsrailoğullarına kırk yıl mukaddes topraklara girmelerini haram kıldı. Onların bu davranışları üzerine Allah, onları, Tih Çölüne attı ve onları kırk sene çölde bıraktı. Böylece onlar çölde sersem sersem dolaşıyorlar, yok oluyorlar, ölüyorlar, sağa-sola doğru göçüp gidiyorlardı. Daha sonra tekrar dönüp dolaşıp eski yerlerine geliyorlardı. Allah Hz. Musa’ya “Sen artık o yoldan çıkmış kimseler için kendini üzme!” 5 buyurdu.

Mukaddes topraklara girmek ancak Hz. Musa’ya isyan edenlerin çocuklarına nasip olacaktı. Hz. Musa’nın Cenâb-ı Haktan bu niyazı İsrailoğullarını tamamıyla terk etmek olmayıp, sadece onları hakka yaklaştırmak ve uyandırmak için bir tedbir özelliği taşıyordu. Nasihatla uslanmayan, ancak musîbetle yola gelebilirdi. “Nush ile uslanmayanın hakkı kötektir” atasözüne uygun bir davranıştı. Nitekim öyle zaman geldi ki, açlık, susuzluk ve ateş saçan güneşin harareti İsrailoğullarını Hz. Musa’ya muhtaç edip koşturdu. Hz. Musa, ne derse harfiyen uymaya söz verdiler.

Tîh Çölüne girenlerden, kırk yıl içinde Yuşa’ b. Nûn’la (as) Kâlib’den başka, hepsi ölmüşlerdir. Bu, Allah’tan onlara bir ceza idi. Bu ceza, onlardan zillet ve zorluk üzere yaşamaya alışan bu ilk nesil yok olup gidinceye kadar devam etti. Onların yerine, çölde hür yetişen ve izzetle yaşayan bir nesil geldi. Bu nesil, Yuşa b. Nûn ile birlikte kutsal şehre (Arz-ı Mukaddes’e) girdiler. Hiçbir kavme nasip olmayan bu nimetlere karşılık İsrailoğulları kısa bir süre sonra nankörlüğe kalkıştılar.

İsrailoğullarından, Mûsâ’ya (as) itaat eden ve onunla birlikte olanları bunu, ne diye yaptığını sordular. Mûsâ (as), İsrailoğulları aleyhinde bedduâ ettiğine pişman oldu. İsrailoğulları, kendileri için yiyecek istediler. Allah, turunç ağaçlarının üzerlerine “kudret helvası” indirdi, “bıldırcın kuşları” düşürdü. İsrailoğullarından herhangi biri gelip kuşlara bakar, semiz ise onu tutar, keser, zaif ise salardı. 6 Hz. Musa (as) İsrailoğullarına ne inerse yemelerini, kesinlikle bir şey biriktirmemelerini söyledi. Yalnız Cuma günü, Cumartesi gününün ihtiyacını biriktirirlerdi. Çünkü Cumartesi günü bir şey yenmezdi.

İsrailoğulları “Bu, yiyecektir. İçeceğimiz su, nerededir?” dediler. Allah tarafından, Mûsâ’ya (as), asası ile taşa vurması emrolundu. Taştan, her bir kabilenin içeceği su ayrı olmak üzere, on iki pınar fışkırdı. Hz. Musa (as), “Allah’ın rızkından yiyin için, fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın!” 7 dedi. Herkes büyük bir sevinç içinde kana kana bu sudan içtiler. İsrailoğulları gölgelenecekleri yeri sordular. Bunun üzerine, Allah, onların üzerlerini, bulutla gölgeledi. İsrailoğulları giyinecekleri elbiseyi sordular. Bunun üzerine, üzerlerindeki elbiseleri, çocukların, büyüdükçe uzamaları gibi, boylarına göre, uzar, yırtılmaz ve eskimez oldu. Bundan sonra, İsrailoğulları, Mûsâ’ya (as) tekrar başvurarak bir çeşit yemekten bıktıklarını, buna daha fazla katlanamayacaklarını söyleyip yerin bitirdiği bakliyattan da, yararlandırılmaları için Allah’a dua etmesini istediler:

“Bize, kim et yedirecek? Biz, Mısırda iken, balık, hıyar, kavun, karpuz, pırasa, soğan, sarımsak yerdik!?” dediler. İsrailoğullarının bu istekleri, Mûsâ’yı (as), çok üzdü. “Ne o!” dedi. “Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz? Pekâlâ, şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz.”

Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu ve neticede Allah’tan bir gazaba uğradılar. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve haddi aşıyorlardı. 8

Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulmaktadır:

“Şu şehre (Kudüs’e) yerleşin, oranın ürünlerinden dilediğiniz şekilde yiyin, yararlanın, ‘Affet bizi ya Rebbenâ! (hıtta)’ deyin ve şehrin kapısından tevazû ile eğilerek girin ki suçlarınızı bağışlayalım. İyi ve güzel davrananlara, ayrıca daha fazla mükâfatlar vereceğiz. Ama aralarındaki zalimler, sözü kasden değiştirdiler, başka bir şekle soktular. Biz de zulmü âdet haline getirdikleri için üzerlerine gökten azap salıverdik.” 9

“Onlar Allah’ın emrini dinlememekle asıl kendilerine zulmediyorlar ve yazık ediyorlardı.” 10

Tarih boyunca Allah’ı ve peygamberlerini dinlemeyen Yahudiler, zillet ve meskenetten kurtulamamışlardır. Son günlerde asırlardır devam eden korkularına bir yenisini daha eklemişler ve mazlûmların yardımına koşan masumların kanını dökmüşlerdir. Döktükleri kan, onların boğulmasına sebep olacaktır. Çünkü zulüm devam etmez.

Bediüzzaman, o mazlûmların imdadına koşan fedakârların mânevî ve uhrevî kazançlarının büyük ve o musîbeti onlar hakkında medâr-ı şeref yaptığını ve sevdirdiğini söyler. 11

Dipnotlar:

1- Maide Sûresi, 22.

2- Maide Sûresi, 23.

3- Maide Sûresi, 24.

4- Maide Sûresi, 25.

5- Maide Sûresi, 26.

6- Bakara Sûresi, 57.

7- Bakara Sûresi, 60.

8- Bakara Sûresi, 61.

9- Ârâf Sûresi, 161-162.

10- Ârâf Sûresi, 160.

11- Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 79.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*