Zulüm perdesini hayâle çekmek

Image

(I)

Trendeyim.. Güneşe bakıyorum.. Nazlı nûr gurûb yolunda.. Dalıyorum, âmâk-ı hayâlâta.. Gözüm ufuklarda.. Bir yandan da namjoo şarkılar söylüyor sol yanımıza.. Şimdi çocuklar geçiyor gözümün önünden.. ’Film şeridi’ dedikleri gibi âyân oluyor hayat.. Çocuklar ağlıyor ve anneler de.. Açlık sefalet, savaş, zulüm canlanmaya başladı gözümde..

Kalbime ağrılar giriyor inceden inceye.. Yorulmuşum; dayanmıyor artık kalp dedikleri, öyle her şeye.. Hayaldeyim yine.. Güneşin çehresinde oynayan o çocuklar, göğün yüzündeler şimdi.. Hepsi güzel, hepsi mazlûm. Birazı beyaz, birazı siyahi.. Rabbim! yine renk rejimi.. Bir film repliği hatırlıyorum bir siyahî genç: “İnsanlar neden ilk rengimi görürler ki?“ demişti, ve devam etmişti; “Oysa bir çikolata, bir vişne ancak rengi koyuysa tatlıdır” demişti.. Hatıra gelince acı tebessümler ettiren bu replik sonradan çıkıverdi zihnimden, hayâle daldım yeniden.. Silâhlar konuşmaya, çocuklar susmaya başladı. Küstü birbirine beyaz ve siyah.. Ki onlar küsünce hayâlim sükût etti, renkler acûzeleşti, gök karardı.. Anlamıştım artık zulüm hep aynı renkteydi, ”cehl”di adı.. Evet zulüm hep aynı renkte; renk değiştirmeden hep aynı kararda.. İçimden dedim “âb-ı bâde rengim” – kanlı gözyaşım; ve zulüm hep kapkara! Bu zulüm güneşi kapadı, evet çocuklar ölüyor; renk zifiri.. İrkildim.. Sustum neyse ki, âleme dönüş vakti..

(II)

Trenden iniyorum, hava kararmış.. Esrârengiz bir hava var ve ürpertici.. Müziklerde yine namjoo vardı, hayâllerim sükût etmişti, lâkin şarkı susmuyordu ki!

Namjooya* kulak verdim. ”Asyada doğan için coğrafyanın zorlamasıdır, zulmüdür derler” diyordu ve devam ediyordu: “Kaderin azizliğidir..” Düşündüm de coğrafyamı haklıydı biraz, zulüm görüyordu Asya.. Kan şerbetine alışmıştı bu coğrafya.. Doğrudur, zulüm görür Asya.. En çok zulüm görenlerdendir.. Fakat Zombie de vardı bu dünyada, yankee ve zenci.. Bilmiyorduk öbürkilerini Afrikalıları ve araftakileri… Şarkı biraz da haksızdı, mesele “to be or not to be”den başkası değildi.. Biliyorduk ki “Beşer zulmeder, kader adalet eder..” bilmişiz; lâkin unutmuş nİSYAN etmişiz.. Mesele insandır.. İnsaftır..

İnsan “insan”dır, âyine-i insafdır, zîrâ fıtrattandır; fıtrat-ı beşerin iktizâsıdır.. Lâkin fıtratı atınca; vicdanı sökünce insan, insanlığı da atıyor insafı da kenara.. İnsanlık gidince elden, insaf düşünce dîlden; zulüm coğrafyalar geziyor.. Coğrafyalar sûku’d-dem oluyor, coğrafya ki kabristan ve mazlûm hep hamuşân.. IRÂK kalıyor ırakda ; GAZZE fazla beride.. DARFUR uzakta kalıyor, PATANİ ve ÇEÇENİSTAN.. Geride kalıyor Afrika, külliyen insanlık ve biraz dünya.. Sonra şairin** dediği gibi oluyor: “Paraları harcarlar kelaynaklar uğruna / ölürken insanlar Asya’da Afrika’da..”

(III)

Sonra bütün bunlar olurken her şeyi bir kenara bırakıp sordum kendime.. ”İnsanlık nerede?” diye.. ”Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesad çıkarmamış birini öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir” diyor Rabbimiz Mâide Sûresinde.. Peki ya bütün insanlığı öldürmeye kast edenler kimi, neyi öldürmüş gibi olacaktı.. İnsanların ölümlerini düşündüm, sessizliği.. Düşündüm çocukların ölümlerini. Farklı coğrafyalarda farklı farklı ölüyordu çocuklar.. Süveydâya sormuştum hâl-i rüyâda.. Neden ölüyorlar diye, neden demiştim neden süveydâ? Tevil ettim rüyâmı, cevabım hazırdı.. hayal vardı:

“Latin Amerikada “uyuşturucu”dan / Beriki Amerikada “fast food”dan /Afrikada “food”suzluktan / Japonyada “insan”sızlıktan / Gazzede “insaf”sızlıktan ölüyormuş çocuklar..”

“Sus!” dedi Süveydâ, “Sus ki bütün çocuklar çocuk olduğu için ölüyor, cennet kuşu olmasınlar mı?”

Sustum.. Rüyâ bitti.. Bir umut tütüyordu omuzlarımda, çocuklar, mazlûmlar cennete uçacaktı.. ”Cennet” diyordu Üstad, çocuklara “cennet kuşu” diyordu.. Diyordum “acı çekmeyecekler madem..” Sustum, Cehennem diyordu Üstad ve ben bu haykırışı çok seviyordum: ”Zalimler için yaşasın Cehennem..”

(IV)

İnsanlığın ve insaflığın bu denli yokluğunu düşünüyorum.. Aklıma insanlığın müntehâsı olan İslâm geliyor.. İnsaf insandı, insanlık İslâmdandı. Kimde zulüm varsa onda İslâmlık yok. Nerede zulüm var, orada İslâmın yokluğu var.. Coğrafyaları zulme boğan renk, dil, ırk kavgası İslâmda yok.. Bediüzzaman’dan duymuştuk, bize diyordu ki: “İslâmiyet milleti her şeye kâfidir.. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir..”

Dil İslâm, din İslâm, renk, ırk ve hak İslâm.. İslâm olunca siyah da beyaz da denk..

Fikirler zihnimde giriftleşirken yol bitti, müzik bitmişti, biraz gözyaşı vardı her zamanki gibi.. İçimden yine dedim: “Âb-ı bâde rengim..”

HÂMİŞ:

*Jabr-e cographie /Mohsen Namjoo (İranlı müzisyen..)

**Abdulbâki Kömür

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*