12 Kasım Düzce depremi unutulmaz!

Evet, 12 Kasım 1999 Düzce Depremi asla unutulmaz. Her depremzedenin hafızasında bu büyük felâketin silinmez izleri, unutulmaz hatıraları var.
Bu tarihî olayın yıl dönümlerinde, o günlerde yazdığım günlükleri okur, çekilmiş fotoğraflara bakarım ibretle, şükürle…

12 Kasım hayatımızda bir dönüm noktası, bir milâttır. Belki de yıllarca öğrenemiyeceğimiz hakikatları, alamayacağımız dersleri, deprem sürecinde ve sayesinde tahsil ettik. Kayıplarımızın yanı sıra manevî kazançlarımız da oldu. Deprem musîbetiyle işlediğimiz hataların, kusurların bedelini öderken, mükâfatın basamaklarına da ilk adımlarımızı atmış olduk.

Deprem bize çok şey öğretti:

Anladık ki, uzak zannettiğimiz ölüm bize şahdamarımızdan daha yakınmış. ‘Benim’ dediğimiz evlerimizin, eşyalarımızın ömrü, bir dakikalık bile değilmiş. Canımız da malımız da gerçekte bizim mülkümüz değilmiş. Hepsi emanetmiş bunların meğer. Mal da yalan, mülk de yalanmış. Bunlar için kavga etmeye, gönül kırmaya değmezmiş. Yaşamak için illa da geniş evler, odalar, bir sürü eşya gerekli değilmiş. Çadırda da 15 metrekarelik prefabrik evlerde de yaşanırmış.

Çok şey öğrendik deprem sayesinde. Düzce, birinci derece deprem kuşağındaydı. Her an yıkıcı depremler olabilirdi. Bu hususta belediyeler, müteahhitler, mimarlar, mühendisler, planlamacılar ve vatandaşlar tedbirli olmalı, inşaatlar deprem şartlarına uygun yapılmalı, çok titiz denetimlere tabi tutulmalıydı. Bu gerçekleri ne yazık ki yıkılan binaların enkazlarına bakarak ve korkunç yetki ve sorumluluk ihmallerini, suistimallerini görerek öğrendik.

Deprem ve akabindeki günler, aylar, yıllar sıkıntılı acılı zorlu zamanlardı. Çadırlardan yerleşik düzene geçişin sancılı gerilimli günleriydi. Hemşehrilerimizden çok insan sağlık sorunları yaşadı, psikolojik bunalımlara düştü. Deprem korkularını, şoklarını yaşadı insanlarımız. Basında, çevrede birbirinden farklı deprem yorumları yapıldı günlerce. Kimilerine göre deprem bir ‘Doğa olayı’, kimine göre bir ‘tesadüf’ten ibaretti. Kimilerine göre ise deprem ‘İlâhî bir ikaz’dı. Bu farklı yorumların etkisiyle vatandaşların kafası bir de kargaşa depremine tutulmuştu. Hiç unutamadığım bir husus da, depremi İlâhî ikaz olarak yorumlamanın suç sayılmasıydı. Hattâ basına bu anlamda bir açıklama yapan Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular, mahkemece suçlu bulunup, iki sene bir gün hapse mahkûm edilmişti. Oysa KUTLULAR bu yorumunun bir Müslüman olarak dinî inançları gereği olduğunu açıklamış, ama hapis yatmaktan kurtulamamıştı. Ben de o günlerde depremin kendi özel dünyamda sorgulamasını yaparken, Kutsal Kitabımız Kur’ân’a müracaat etmiş ve bu musîbetin hakikatını öğrenmeye çalışmıştım.

Deprem ve diğer musîbetler, felâketler gerçekten İlâhî birer ikaz ve imtihandı. Yaratıcımız bu hususu bizlere Bakara Sûresi’nin 155.156. 157. âyetlerinde açıkça bildirmekteydi:

“Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Ki onlar başlarına bir belâ geldiği zaman, ‘Biz Allah’ın (dünyada takdirine teslim olmuş) kullarıyız ve sonunda yine ona döneceğiz’ derler. İşte onlara Rablerinden mağfiret ve rahmet vardır. Ve işte onlar hidâyete erenlerin tâ kendileridir.”

Bu âyetleri okuyunca çok tatmin olmuş rahatlamıştım. Musîbeti veren belli, sebebi belli, yapılacak şey belli ve neticesi de sonsuz merhamet sahibi Rabbimizin affına nail olmaktı. Yine dinimize göre depremde ölenler birer mazlûm şehiddi. Telef olan mallar sadâka hükmündeydi. Yani olayların ön ciheti azap gibi görünse de, arka tarafı rahmetti. Bu itibarla üzülmeye, telâş etmeye hiç gerek yoktu. Sabretmek yeterliydi.

Evet depremde sabretmeyi, yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı öğrendik. Hayatımız saflaştı, kuvvet kazandı, olgunlaştı. Deprem olmasaydı bu tecrübeyi, bu kazanımları elde edebilir miydik?

Yalnız bu kazançlarımızın yanında önemli fırsatları da kaçırdığımızı söylemem gerekiyor. Depremle yıkılmış Düzcemizin yerine yeni bir imar planıyla caddeleri, sokakları geniş, modern bir şehir inşa edemedik. Maalesef artan nüfüsumuzun ihtiyaçlarına cevap veremeyen, imarı yetersiz, kasaba görünümlü bir şehire mahkûm ettik kendimizi. Gerçi Kalıcı Konutlarla Düzcemize yeni ve güzel bir mekânı dahil ettik, ama orayı da ne kadar koruyabildiğimiz tartışılır.

12 Kasım Düzce Depremini unutmayalım. Bu deprem vesilesiyle öğrendiklerimizi, kazanımlarımızı, tecrübelerimizi hiç unutmayalım. Ve deprem öncesi yaptığımız hatalara bir daha düşmeyelim. Tarihten ibret alalım ki, tekerrür etmesin.

Nejdet Pehlivan

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*