2021 Almanya seçimleri, veya bir devir kapanırken

Okuyucularımız haklı olarak sabırsızlanıyorlar.

Her gün mesajlar ve telefonlarla, geçen hafta gerçekleşen Almanya seçimini soruyorlar. Önceki senelerin seçimlerinden çok farklı… Ruhları bir hakikati hissettiklerinden, Hz. Mesih’in ikinci diyarı Almanya’dan müjdeli haberler vermemizi ve yorumlar yapmamızı bekliyorlar.

Bu ilginç ve olabildikçe münafıkane geçmiş otuz küsurluk senenin başlangıç hadiseleri, fikri kökleri, projeleri, amaçladıkları hedefleri ve bir kısım kahramanları bilinmezse, bu gün yazacaklarımızın da zemine oturmaları kolay olmayacaktır. Bediüzzaman Hz.lerinin zamanı, tarihi, hadiseleri ve siyasî figürleri daha doğru anlamamızı kolaylaştıran paradigmalarını devamlı bir şekilde nazarda tutmamız gerekiyor. Yani Almanya seçiminin fertlerden ziyade şahs-ı manevileri alâkadar ettiğini, devletlerden daha çok sınıfları ilgilendirdiğini ve AB’nin Hz. Mesih’in barış ve demokrasi projesi olduğunu hatıra getirdikten sonra bu seçimin; hem Almanya, hem Avrupa ve hem de İslâm Âlemi için önemli olduğunu anlayabiliyoruz.

Angela Merkel ile alâkalı en fazla yazan bir kardeşiniz olarak bir itirafta bulunayım. Efkârı ammedeki propagandalar ve dezenformasyonlar zaman zaman bizim okuyucumuzun da Merkel ve şahs-ı manevisine his olarak yakın durduklarını biliyoruz. Normal karşıladık. Zira Efkâr-ı ammeyi oluşturan hâkim medya ile neoliberallerin finanse ettiği bir kısım sosyal medya karşısında Yeni Asya ne yapabilirdi ki… 1980 sonrası AB için Avrupa’nın önde gelen ülkelerdeki siyasî projeleri de bu bütünlük içinde değerlendirmeliyiz. Hatta Özal’ı, Thatcher’i, Sarkozy, Merkel, Rassmussen, Berlusconi ve Tayyip Erdoğan’ı aynı çerçeveye dâhil ederek bütünü tahlil edemediğimiz zaman, bizi bazen komplo teoriliğiyle, bazen millilikle, bazen şeriatçılıkla ve hatta liberalizm karşıtıyla suçlayacaklardır. Nitekim Angela’nın temsil ettiği dönemin kapanmasıyla lehte ve aleyhte yazılanları hep birlikte takip edeceğiz. Meselâ meşhur Amerikalı feminist ve çok cinsiyetliliği savunan militanlardan Jana Hensel Joyce Mushaben’ın Merkel’in ardından yaktığı ağıtlar, bu politikacı hakkında on beş senedir yazdıklarımızı karşı taraftan isbat ediyor. ”Artık Alman kadını Üç K’ya (Bolşeviklerin meşhur sloganı… Kilise’ye, mutfağa ve çocuklara kadın yönelmeyecek… Hayatını hürriyet içinde yaşayacak…) girmeyecek” diyen Merkel kadın politikalarının arkasında iki gözü iki çeşme yazar ve aktivist akademisyenler, yoldaşlarının Angela’yı tam tanıyamadıklarına üzülüyorlar. Diğer taraftan Katolik Kilisesi ile gizlice savaşa tutuşan Merkel’in Papa Benedict ile müteveffa Köln Başpiskoposu Maisner’le olan maceralarını anlatarak, onun dinsizliğe ve ahlâksızlığa çalıştığını yazanlar da olacak… Armin Laschet de Merkel’in, Avrupa’nın en güçlü siyasî partisini yüzde kırk beşlerden yirmi dörtlere indirebilmiş on altı senelik Şansölyesinin başarılı politikalarının çetelesini tutacaktır. Bilhassa Neoliberallerin emrindeki üç-beş (Parti fark etmiyor. Hepsi Neoliberallerin kadrolarında siyaset yapıyorlar) militan kadın ile Alman ailesine verdiği zararı ayrıca belirtmemiz lâzım.

Neoliberallerin münafıkane bir şekilde altında çalıştıkları perdenin, AB’nin eski başkanlarından SPD politikacısı Martin Shulz tarafından kaldırıldığını daha önce de yazmıştık. Onun Merkel karşısında aday olması, Neoliberaller için bir felâket olmuştu. Merkel’in siyasetten ayrılma sinyalleri, Ursula’nın Macron’un yardımıyla Brüksel’e kaçışı, Savunma Bakanlığına getirilmiş zavallı Karrenbauer’in yetersizliği ve daha doğrusu bu ekibin Neoliberaller lehine AB’yi dağıtma istikametinde PEGİDA ile YEŞİLLER’e büyük destekleri, galip geldiği son seçimlerle ortaya çıkmaya başladı. Görüyorsunuz ki, yeni seçimden ziyade, geçmişte kaldığını temenni ettiğimiz bir felâketten bahsediyoruz. Alman asıllı seçmenlerin çöp kutularından bira şişeleri topladığı ve sosyal devletin de eyerle bir edildiği bir dönemin analizi yapılmadan, Almanya’da önümüze bakmanın zorluğunu sizler de biliyorsunuz.

Almanya’nın demokrasi tarihiyle paralel olarak gelen siyasî partileri, global dinsizlik/ahlâksızlığı program edinmiş belli bir sermayenin demokrasiyi devre dışı bırakmak için kurdurttuğu sun’î yapıları birbirinden ayırmadan da bu mesele anlaşılamaz. Bu istikamette “YEŞİL NİFAKA DAİR” manasına yakın üç-beş yazı da yazmıştık. Merak edenler arşivimizdeki bu ve şu seçimleri anlamamızı sağlayacak diğer yazıları gözden geçirebilirler.

Almanya siyasetinin bu seçim ile mecburen bir şeffaflığa yöneleceğini kimse inkâr edemez. AB’yi Brüksel’den değil de Davos’tan idare etmeyi programlarına koyanlarla Hıristiyan millî devletlerin savaşının işaret fişeği de olabilir, bu seçim. Hem CDU/CSU partileri, hem de SPD bundan sonra direk Neoliberallerle çalışıp çalışmayacaklarını zaman gösterecektir. Fakat öngörülerin müsbet olduğunu biliyorsunuz. Hem AB ülkelerinin ve hem de AB’nin global bağımsızlığının başlangıcı sayıla bilinecek bu seçimlerdeki partiler hakkındaki analizlerimizi, inşaallah gelecek yazıya bırakalım…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*