28 Şubat’ta RP değil, Kur’ân yargılandı

Zeybek, 28 Şubat ile alakalı, “Bütün müdahâleler de yargılanmalıdır. 12 Mart da, 12 Eylül de yargılanmalıdır. 28 Şubat felâketi de yargılanmalıdır. Refah Partisi’nin kapatılma dâvâsının iddianamesinde, esas hakkındaki mütalâada sanık sandalyesine oturtulan, rahmetli Necmeddin Erbakan ve Refah Partisi değildir. Kur’ân-ı Kerim’dir!” dedi.

KUR’ÂN’A SALDIRMA HAKKINI NEREDEN ALIYORSUN?

Zeybek, ayrıca, o iddianameyi ilk okuduğunda çılgına döndüğünü ve DYP’de hükümet sözcüsü olarak da derhal şu beyanatı vermiştim: “Ey başsavcı! Sen bu büyük çoğunluğu Müslüman olan milletin ve hatta Müslüman olmayanların da saygı duyduğu Kur’ân-ı Kerim’e saldırma hakkını nereden buluyorsun. Derhal istifa et…”

28 Şubat ürünü AKP, 28 Şubat’I yargılayamaz

TAKDİM

Demokrat Parti Genel Başkanı Nâmık Kemal Zeybek’le siyasî mevzuların yanı sıra içtimaî ve fikrî konuları da konuştuk.
Çocukluğunda “Hür Adam” gazetesi okuyan babasının okuması için kendisine verdiği Bediüzzaman’ın “Gençlik Rehberi”, “İman Hakikatleri”, “Hanımlar Rehberi”, “Küçük Sözler” ve “Konferans” kitaplarını takdim ettiğimiz Zeybek, katılmaktan oldukça memnun olduğu Yeni Asya’nın 42. yayın hayatı programında ifâde ettiği “Bediüzzaman çağın müceddididir” tesbitine vurgusunu misâllerle açıkladı.
Mülâkatta, küresel güçlerin İslâm dünyasında Sünnî-Şiî ayrışması ve çatışması fitnesine dikkat çeken Zeybek, İran’da konuştuğu bir Ayetullah’a, Peygamberimizin “Size iki şey bırakıyorum; biri sünnetim, diğeri Ehl-i Beytim” hadisinden hareketle Bediüzzaman’ın Ehl-i Sünnet ve Cemaat olarak Âl-i Beyt muhabbetinin esasını izâhının ne denli tesirli ve bütünleştirici olduğunu anlattı.
Görüşmenin sohbet bölümünde Bedüzzaman’ın “Demokratların meslekle-rince (misyonlarınca) ve siyasetlerince hak ve hürriyetlere ve dine taraftar oldukları”nın beyânı ile “dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar” târifi üzerinde durduk.
Ayrıca Bediüzzaman’ın 1911’de Şam’da Emeviye Camiinde verdiği ve “Hutbe-i Şâmiye” eserinde yazdığı, “İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-î kudsiyenin nöbettarıdırlar”, “Başta Türk ve Arap tâifeleri ve bütün Müslüman kabileleri –fevkalâde bir mânevî kahramanlık gösterdikleri gösteriyor ki: İstikbâlin hâkim-i mutlakı âhirette olduğu gibi dünyâda da İslâmiyet milliyetidir” paragraflarını; “Hâmiyet-i diniye ve İslâmiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamâmıyle mezcolmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir hâle gelmiş” tefsirini okuduk. Nâmık Kemal Zeybek, bu mânâları te’yid edici görüşlerini aktardı.
Seçim sath-ı mailinde siyasetin gidişâtı ve özellikle Demokrat Parti çatısı altında gündeme gelen “seçim ittifakları”na dair bilgileri almak belki henüz erkendi; lâkin yoğun programı ortamında bütün sorularımıza içtenlikle cevap veren DP Genel Başkanı’nı önümüzdeki süreçte siyasî hedefler ve çalışmalar açısından fevkalâde ümitli ve gayretli gördük…

FELÂKETİN EN BÜYÜĞÜ ORDUNUN SİYASETE DAHİL OLMASI

Öncelikle “27 Mayıs sembolik de olsa dâvâ açılmalı, hukuku rezil eden darbeciler mezarlarında yargılanmalı” diyorsunuz. Keza 12 Mart, 12 Eylül ve en son 28 Şubat’ın yargılanmasını istiyorsunuz. Keza 28 Şubat döneminde, halkın irâdesine karşı halkın verdiği silâhları tehdit olarak kullananlar hakkında neden dâvâ açılmaz? Neden 12 Eylülcülerle ilgili bu kadar şamata yapıldı? Kâğıtlar, mektuplar okundu, ağlandı, sızlandı. Hani dâvâlar nerede? Neden 28 Şubat sürecindekilere dâvâ açılmaz?” diye soruyorsunuz. Neden?
imdi bir defa şunu söyleyelim ki, bizim tarihimizin, yani Osmanlı tarihinin en zararlı gelişmesi ordunun siyasetin içine girdiği dönemler olmuştur. Yani ordunun siyasete bulaşması sonucunda felâketler dönemi gelmiştir.
Çünkü orduya bir taraftan İttihad ve Terakki Fırkası, bir taraftan İtilâf Fırkası girdiği zaman, yani diğer tâbirle “fırkacılık” girdiği zaman ordunun bütün sistemi bozulmuştur.
Yani düşünün ki, particilik yüzünden 38 yaşındaki bir genç, deneyimsiz bir adam Osmanlı orduları başkumandanı vekili, yani padişahın vekili olacak kadar yükselmiştir. Bu yükselişin tek sebebi particiliktir. Yanlış anlaşılmasın Enver Paşayı şahsen severim, vatanperver bir insandır.
Demek istediğim şu ki, felâketlerin en büyüğü ordunun siyasete dahil olmasıdır, siyasetin de orduya girmesidir. Ordu siyasetin dışında kalması gereken bir kurumdur. Çünkü ordu siyasete girerse, siyasî fırkalara, partilere göre bölünen millet de ordusuna öyle bakmaya başlar. Benden mi değil mi diye bakmaya başlar ki, bu tam bir felâkettir.

27 MAYIS’TA ÇETE-EŞKIYA ORDU İÇİNDE DARBE YAPTI…

1960’a gelindiğinde ordu içinde oluşan çeteler birleşerek önce ordu içinde darbe yaptılar. “Cunta” kibarı, ben çete diyorum. Onlar çetedir, yaptıkları da çeteciliktir. Bu çete önce ordu içinde darbe yaptı. Ordunun hiyerarşisi bozuldu. Ordu içinden çıkmış ve bu cuntaya mensup teğmenler, yüzbaşılar, generallere emir vermeye başladı. Böyle şey olur mu? Orduyu bozdular önce. Ordunun silsile-i merâtibi bozuldu. Bu son derece tehlikeli bir şeydir.
Neticede ordu içinde 7500’e yakın subay ordudan ihraç edildi. Niye atıldılar? Bunlar siyasete bulaşmayan insanlardı. Yani bunlar darbe yapanların siyasetini beğenmeyen insanlardı. Darbe yapanlar ise darbe yaptıktan sonra da orduda tasfiye yapmış oldular. Bunlar bu hakkı nereden alıyorlar?
Bu işi yapanlar ancak eşkıyadırlar. Ancak işte bu darbeyi başardıkları için, eşkıya bile olsa hükümdar oldular. “Eşkıya hükümdar” yani “hükümdar eşkıya”dır. Ama meşhur bir sözdür ki, eşkıya dünyaya hükümdar olmaz! Ne olursa olsun onlar eşkıyadır. Nitekim öyle oldu. 27 Mayıs yönetimi bir eşkıya yönetimidir. Yani “şâkiler” yönetmiştir Türkiye’yi…
Her şeyi altüst etmişlerdir. O bozulma kolay kolay da düzelmemiştir. Dokusu, kimyası bozuldu ordunun. Hem darbe yapıp suç işliyorlar, hem de milletin irâdesiyle gelmiş olan insanları suçlu ilân ediyorlar; peşin peşin suçlu ilân ettikleri, damgaladıkları insanları, hem düşürüyorlar, hem “düşük” diyorlar.

YASSIADA MAHKEMELERİ TAM BİR SOYTARILIKTIR!

Ondan sonra ne yapıyorlar? Sözde yargılıyorlar. Nasıl bir yargılama? Yassıada Mahkemeleri tam bir soytarılıktır. Biz bu acıları yaşadık. Bunları ifâde edebilmeliyiz. Yassıada Mahkemeleri bir tiyatrodur, trajikomiktir…
Bir İran’lı arkadaşım vardı; biz radyodan dinlerdik, “bebek dâvâsı”, “köpek dâvâsı” diye. Yani böyle bir devlet olur mu, böyle bir gayr-ı ciddî iş olur mu? Ne var ki böyle trajikomik dâvâlar neticesinde insanların idamına karar verildi, uzun zaman hapiste kaldılar. Yıllarca hapislerde tutuldular. Onların taraftarları “suçlu” ilân edildi, “kuyruk” ilân edildi. Üniversitede okurduk, “kuyruklara bu okulda yer yok” diye sınıflarda kara tahtalara yazılar yazılırdı.
Babam öğretmendi, ben de köyden gelmişim Hukuk Fakültesini birincilikle kazanmışım. Ama bana “kuyruk” diyor. Okuma hakkımız olmadığı iddia edilirdi. Nasıl bir zihniyet olduğunu siz düşünün!

DARBELER TÜRKİYE’Yİ TAHRİP ETMİŞTİR

Bunun içindir ki en azından bu travmaya sebep olanların sembolik olarak yargılanması gerekmektedir. Bu imkân varsa, bu yapılmalı. Hiç olmazsa tarihe bu iş doğru yazılmalı. Bir âdil mahkeme kurulmalı, bu dâvâ açılmalı ve bu işi yapanlar yargılanmalı. Yani ihtilâli yapanlar, ona karışanlar, çeteciler ve orada hukuku rezil eden, hukuk kavramını ayaklar altına alan, hâkimler ve yargıçlar yargılanmalı. Neler dinledik orada; içim kan ağlıyordu…
Meselâ Tevfik İleri konuşurken elini kolunu sallıyor diye Salim Başol bağırıyor, “Elini kolunu sallama burası miting meydanı değil” diye mesele yapıldı. Oysa Tevfik İleri savunma yapıyor, savunma hakkı elinden alınıyor. Yine Başsavcı Altay Ömer Egesel, “suçlama” yapıyor; Kamuran İnan’ın babası milletvekili için “şeyh” diyor; “Her ne kadar şehir dışında bulunduğu için buna oy vermemiştir, bulunsa o da oy verecekti” diye onun da idamını istiyorum. Adam da yargılanmasında “Savcı şeyhliği bana veriyor, kerâmeti kendine saklıyor, ne biliyor ben bulunursam oy vereceğim” cevabını verdi. Düşünün herhangi bir kanuna oy vermek idamı sebebi!
Bu ihtilâl Türkiye’yi tahrip etmiştir, ülkenin sağlıklı kalkınma hızını kesmiştir. Suç işlemişlerdir, dâvâ açılmalı ve tamamı yargılanmalıdır.

28 ŞUBAT FELÂKETİ YARGILANMALI…

Bundan sonra gerçekleşen bütün müdahâleler de yargılanmalıdır. 12 Mart da, 12 Eylül de yargılanmalıdır. 28 Şubat felâketi de yargılanmalıdır. Bu tam bir felâketli dönemdir ve bunun gibisi de daha önce pek yaşanmamıştır. Refah Partisi’nin kapatılma dâvâsının iddianamesinde, esas hakkındaki mütalâada sanık sandalyesine oturtulan, rahmetli Necmeddin Erbakan ve Refah Partisi değildir. Kur’ân-ı Kerim’dir!
Doğrudan Kur’ân-ı Kerim itham ediliyor. Âyetler sıralanıyor ve eleştiriliyor. Bir milletin inandığı kutsal kitap, suçlu ilân ediliyor. Çok felâketli bir iştir bu 28 Şubat. Doğrudan doğruya imanına bir saldırı sözkonusu. Ne denebilir ki bunun karşısında.
O iddianameyi ilk okuduğumda çılgına dönmüş ve DYP’de hükümet sözcüsü olarak da derhal şu beyanatı vermiştim: “Ey başsavcı! Sen bu büyük çoğunluğu Müslüman olan milletin ve hatta Müslüman olmayanların da saygı duyduğu Kur’ân-ı Kerim’e saldırma hakkını nereden buluyorsun. Önce istifa et, çık karşıma, hangi plânda istiyorsan seninle mücadele edeyim. Derhal istifa et” demiştim…
Özetle bu 28 Şubatçılar da kesinlikle yargılanmalıdır…

28 ŞUBAT ÜRÜNÜ,28 ŞUBAT’I YARGILAYAMAZ!

Sekiz yıllık AKP döneminde—başarılmamış, yapılmamış darbelere dâvâ açıldığı halde—hâlâ 28 Şubat’a dâvâ açılmamasının, darbecilerin yargılanmamasının, 28 Şubat sürecinin baş aktörü emekli orgeneral Çevik Bir’in AKP’ye yakın şirketlerde “danışmanlık” görevini yaptığı, “AKP ile birlikte çalıştığı”, Amerika’da Başbakan’ın “cesâret ödülü” aldığı kısa adı “ADL” olan Yahudi lobisinden “laikliğe hizmetlerinden dolayı” madalya almasının, daha önce “AKP iyi yolda” ve “ABD’nin Avrasya’daki, Balkanlar ve Kafkasya’daki stratejik vizyonu”na övgüler dizmesinden mi? Bundan mı 28 Şubat yargılanmıyor? Sizin bulunduğunuz hükûmeti “irtica” gerekçesiyle deviren “28 Şubatçılar”ın AKP’ye aynı hassasiyeti göstermemesinin sebebi nedir?
AKP 28 Şubat’ın ürünüdür. Bazen bu tür iddialar dile getiriliyor zaten. Acaba 28 Şubat, AKP tarzı bir partiyi iktidara getirmek için mi tertiplendi, bunun için oynanan satrancın bir hamlesinden mi ibâret diye düşünmüyor değilim.
Şimdi bakınız, 28 Şubat’ta iki tane çete vardır. Bu çok defa gözden kaçıyor. Bunları ayırmak lâzım. Bunlardan biri, “irtica karşıtı” olarak diye adlandırılan ama gerçekte “İslâm karşıtı” olan “darbeci cunta”. Bu zayıf bir damardı, ancak o zamanki medyadaki irtica karşıtı kampanyaların etkisiyle büyüdü. İslâm düşmanı biraz da sosyalist, biraz da Amerikan karşıtı idiler. Onlar Baasvari bir rejim peşindeydiler. Kendilerine model olarak Suriye’deki “Baas modeli”ni esas almışlardır. Gelip darbe yapıp kalıcı bir rejim kurmak peşindeydiler. Hedeflerinde yaklaşık 10 milyon insanı öldürmek gibi çılgın bir plân olan bir çetedir. Kanlı bir darbe hazırlığındaydılar. Bunlar bugünkü—çeşitli iddialarla yargılananlardan—daha fazla delil bırakmışlardır arkalarında…
Buna mukabil, başka bir “müdahâleci cunta” ise hem bu birinci cuntadan hem de 54. hükûmetten kurtulmak, tasfiye etmek için araya girdi. Hem bizi tasfiye etmiş oldular, hem biz gidince diğer cuntayı da tasfiye etmiş oldular. Çünkü hükümetin varlığı ile kaimdi diğer darbeci cunta. Hükümet düşünce bunlar geriledi, zayıflamış oldu, ancak tam anlamıyla yok da edilmedi. Onlardan bir kısmı şimdi bu yeni dâvâlarda yargılanıyorlar. Ama eski defterler hiç karıştırılmıyor. Yani 28 Şubat süreci hiç yargılanmıyor…
Aslında Sayın Süleyman Demirel o dönemde, “darbeci cunta”dan kurtarmak için Türkiye’yi, müdahaleci cunta ile hükümet arasında denge kurmaya çalışmış, o dengeler içinde tarihî bir görev yapmıştır. Çoğu kişi bunu anlayamıyor. Zaten bilen de çok az; ama ben doğrudan işin içindeydim. Darbeci cuntaya karşı savaştık biz. Müdahaleci cuntaya karşı da savaştık. Bizim çözümümüz Sayın Erbakan’ın Sayın Çiller’e görevi devretmesiydi ve eğer öyle olsaydı belki bütün bunlar yaşanmayacaktı. Sayın Demirel farklı bir içtihad yaptı ve kendi içtihadına göre Türkiye’yi büyük bir belâdan kurtardı. Belâdan kurtarırken de, hükümeti buna fedâ etmek zorunda kalmıştır. Ölümden kurtarmak için sıtmaya râzı olmuştur…

GLOBAL KAPİTALİZMLE ANLAŞAN AKP, 28 ŞUBAT DEFTERİNİ AÇAMAZ!”

Şimdi bu her iki cunta da suçludur. Birincisi teşebbüs halinde kalmış, diğeri ise başarıya ulaşmıştır. Bu defter nedense bir türlü açılmıyor. Bir açılsa ne deliller bulunacak. Ama açmıyorlar.
28 Şubat sonucunda, Refah Partisi içinden bir kanat, daha önceden anti-siyonist, anti-emperyalist olan ve bugünkü AKP’yi kuranların oluşturanlar dediler ki, “Biz iktidarda kalabilmek için, gidip uluslar arası güçlerle ve sitemle anlaşmalıyız. Uluslar arası sisteme Türkiye’yi sokacak siyasetler uygulamalıyız, başka çâremiz yok…” dediler…
Neticede bunlar, uluslar arası siyaseti ülkede uygulayacaklarına dair sözler verdiler. Gittiler Amerika’ya, global kapitalizmin, onların tâbiriyle Siyonizmin merkez kuvvetleriyle anlaştılar. Onlardan aldıkları güç ve destekle geldiler Türkiye’de iktidar oldular. Onların verdikleri siyaseti uyguluyorlar. Şu anda uyguladıkları siyaset tam anlamıyla budur.
Global kapitalist yahut Siyonist cendereden kurtulmaları da çok zordur artık. Onun içindir ki, 28 Şubat defterini açamazlar, zira izin alamıyorlar.
AKP’ye karşı darbe yapma hayalini kuranlara, darbe teşebbüsü ve plânlamasını yapanlara, sohbetini yaptığını iddia edilenlere soruşturmalar-dâvâlar açıldığı halde, 28 Şubat 1997’de darbe girişiminde bulunan ve demokrasiye bizzat müdahâle edenler hakkında soruşturma açılmamasının sebebi budur.
Bu noktadan hareketle, Biz gelince biz açacağız bu defterleri. Çünkü bizim içimizde hiç böyle bir kaygı, arkamızda böyle bir sıkıntı yok. Allah’a güveniyoruz ve neticede Allah korkusu olan insanların desteğine güveniyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*