40. yılındaki nevbahar

Image
Gazetemizin 40. yılındaki bir mülâtefenin anlaşılmasına zaman mani olmuştu. 40 rakamı ekseriyetle sene-i devriyelerde insanın olgunluk yaşı olan 40 ile karıştırıldığından, şu tavzihe mecbur oldum. Efendimizin ömr-ü mübareği, ümmetinin fıtrî ortalama ömrü kabul edildiğinden ve Üstadımızın ifadesiyle sinn-i kemal sayıldığından, bazı okuyucularım olgunluk cihetinden 40. yılı değerlendirdiler.

Evvelâ şu hususu belirtelim ki, gazetemiz Üstadımızın vefatından sonra başımıza geçen şahs-ı manevinin bir lâhika mektubudur. Hem bu mektup gazete olarak Yeni Asya ile de başlamamıştır. 1960’ların başında kısa aralıklarla yayınlanan Zülfikâr ve Uhuvvet gazeteleri, bu sahanın ilk teşebbüsleri sayılır. Sürekliliğin İttihad ile yakalandığı bu lâhika geleneğini 21 Şubat 1970’te Yeni Asya devralmıştır. Şahs-ı manevinin bir tecellisi olan bu lâhika mektupları için sabavet, gençlik ve olgunluk diye zamana göre bir taksimat elbette mümkün değildir. Zira şahs-ı manevi her zaman kemaldedir, yani olgundur.

Yeni Asya’nın 40. yılı ile olgunluk yaşı olan 40 rakamı arasındaki güzel ilgiyi kuranlar elbette ki haksız değiller. Biz ise, gönlümüz bu kısacık ömre razı olmadığından mülâtefe ile itiraz ediyoruz. Yeni Asya’yı, Risâle-i Nur’un ve talebelerinin naşir-i efkârı olarak kabul ettiğimizde, onun ömrünü de Risâle-i Nur talebelerinin ömrü gibi düşünmemiz gerekecek.

Üstadımızın bir Ramazan-ı Şerifin onuncu gününde hatırladıkları hadis-i şerifi hatırlayanlar, Yeni Asya için de en az iki ömür kadar bir zamanı istememizin sebebini anlayacaklardır. Kastamonu Lâhikasının 26. sahifesinde zikredilen, Buharî ve Müslim gibi mübarek kitaplarda yer alan hadis-i şerifin haber verdiği ömre göre, Yeni Asya henüz yirmisinin baharını yaşıyor. İman ve küfür mücadelesinin kıyamet saatine kadar devam etmesi, dünya hayatında hayal ettiğimiz cennetî süreçlerin olmadığını ve olamayacağını gösterdiğinden, Yeni Asya ilkbaharında da, son baharında da tabi olduğu Al-i Beyt gibi mücadelesine devam edecek. Dünyada rahatın olmadığını bir lâhza bile unutmayan Yeni Asya’nın kurucusu Zübeyir Gündüzalp Ağabey gibi düşünenler ne Yeni Asya’nın tirajına takılırlar, ne de uğratıldığı çilelerden ümitsizliğe düşerler. ‘Vazifemiz hizmettir,’ diyerek kendilerine terettüb eden görevlerini yerine getirirler.

Afyon zindanlarında yazmanın ve okumanın müstebitlerce yasaklandığı felâketli zamanda, Zübeyir Ağabey’in mütegallip başlara karşı haykırdığı cümleleri hatırlarsınız… “….. Eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi bir çok gençler ve büyükler fedai olup, hakikat hazinesi olan Risâle-i Nur’un neşri için mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız…” Zübeyir Gündüzalp’in Serdengeçtice girdiği yolda yürüyen Yeni Asya’nın kahraman okuyucuları da, aynı mânâyı kırk senedir dalgalandırıyorlar. Eski komünistleri değişik üslûpla takip eden yeni Bolşevik, mason ve Kemalistlerin ittifakla sekiz defa neşrine mani olmaya çalıştığı Yeni Asya’yı yeni yeni hilelerle tekrar kapatmaya kalkışsalar, okuyucuları ertesi gün büyük fedakârlıklarla tekrar dalgalandıracaklardır. Yeni Asya kuvvetini fani dünyevî cereyan, denge ve zenginliklerden almıyor. O arkasını, Kur’ân’ın zamanımızdaki tefsiri olan Risâle-i Nur’a dayadığından, küresel siyasî ve ideolojik akımlar onu yolundan çeviremezler.

Sosyal hayatın ve hadiselerin mütemadiyen çok ilerisinde yürüyen müceddidin gazetesini, sair medya ile karşılaştıranlara, Risâle-i Nur ile Yeni Asya arasındaki ilgi ve alâkaları göstermek gerekiyor. Bir Nur Medresesinde oturup ders dinlemek ve okumakla o gazetede başyazı yazma arasında fark görmeyen çalışanlarının fedakârlıkları da Yeni Asya farkını ortaya koyuyor. Hedefleri yalnızca Kur’ânî fikirleri hayata aktarmak olan bu kadrolarla okuyucuları arasındaki kan dolaşımını gören yabancılar, yalnızca şaşırıyorlar. Zira onlar, şahs-ı manevinin mânâsını bilemedikleri gibi, havuzda erime sırrını, aynı çizgi üstündeki ittihad sırrını, isar hasletini, taksim’ül â’mâl sırrını ve iştirak-ı â’mâl-i uhreviye sırlarını da bilemiyorlar. Bu bilinmezlerin ve kendilerini büyük bir dâvâya vermişlerin çalışmalarının sırrını dışarıdan keşfetmek de zaten mümkün değildir.

Artık herkes bilmeli ki, Yeni Asya testisini “sırren beyaneten” denizinden dolduruyor ve fitilini “sırren tenevveret” kaynağından ziyalandırıyor.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*