“4+4+4”ün getirdikleri, götürdükleri

alt

Meclis Komisyonu’nun ardından Genel Kurul’da da kavgalı görüşülüp geçen “4+4+4” tartışmaları devam ediyor.

Evvela “temel kanun” olarak görüşülen “teklif”e “Cumhuriyet tarihinde çok önemli ve hayırlı bir iş olarak yüzde 99’ü Müslüman olan ülkenin çocuklarına kendi inanç değerlerinin eğitiminin verilmesini hukuk haline getirilmesi ve millet ile Cumhuriyet’i barıştırma” gerekçesiyle  “ortaokul ve liselerde, Kur’ân-ı Kerim meâli ve ‘Peygamberimizin hayatı’nın, isteğe bağlı, seçmeli ders olarak okutulması”na dair önergenin AKP ile birlikte yine MHP ve dört BDP’linin desteğiyle kabulü, elbette fevkalâde olumlu bir gelişme.

Keza “imam-hatip ortaokulları”nın “ilköğretim kurumları” tanımında yer alması da bir diğer doğru düzeltme.

Ancak “imam hatip orta okulları”nın açılmasının, okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler için oluşturulacak “program/paket seçenekleri”nin Bakanlığa bırakılması, peşinen bir handikap oluşturuyor. İmam hatipleri ve sözkonusu seçmeli dersleri konjonktüre göre değişebilen siyasetin inisiyatifi riskine bırakıyor.

Bununla birlikte, benzer bazı “tâdilatlar”ın dışında “teklif”in köklü bir sistem değişikliğini getirmediği, Türkiye’de eğitimin önündeki sorunları çözecek köklü bir düzenleme olmadığı Millî Eğitim Bakanı’nın ikrarıyla ortada. (Milliyet, 20.3.12)

“HÂFIZLIK” VE “ÖZEL EĞİTİM” LİSEDEN SONRA!

Öncelikle yeni düzenlemelerin daha önceki şartlardan eksiklik taşımadığı “teminatı”nı veren ve “açıköğretim”e ancak lise sonrası geçileceğini bildiren Bakan’ın, “Hâfızlık eğitimi almak isteyen çocuklarımız lise çağında gerekiyorsa yine okula kaydolmak ama dışarıdan (açıköğretim yoluyla) eğitimini almak şartıyla bu işi yapma imkânına kavuşabilecekler. Mevcut uygulamada çocuklar, ilköğretimden sonra bu tür eğitimleri alabiliyor” sözleri bunun ifâdesi.

Kamuoyundan ve eğitimcilerden gelen bütün çağrılara karşı, “açık öğretim”e imkân tanınmaması daha baştan teklifin içini boşaltmıştı. Genel Kurul görüşmelerinde de bu hususta herhangi bir düzeltmenin yapılmaması, beklentileri boşa çıkarıyor.

28 Şubat postmodern darbe sürecinden kalma 8 yıllık zorunlu eğitimin aynen sürdüğünü, üstelik 12 yıla çıkarıldığını” hatırlatan Bakan’ın peşinen, “İsteyen çocuk liseye, isteyen çocuk açıköğretime gidecek algısı doğru değil. Ortaokulu bitirmiş bir çocuk liseye gitmek zorunda. Bunlar içerisinden kimlerin açıköğretimde devam etmeksizin öğretime devam edeceği, Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenecek” deyip, “açıköğretimin izne bağlı özel ihtiyaçlar için olduğu”nu tekrarlaması, belirsizlik içindeki bir diğer handikap.

Aynen “imam hatip ortaokulları”ndaki belirsizlik gibi “açıköğretim”in liseden sonra bile serbest olmayıp hükûmetlerin “izni”ne bırakılması, eğitimi tamamen devletin denetimindeki “örgün eğitim”le sınırlayan haliyle, demokratik, özgür ve yaygın eğitimin önündeki engel devam ediyor. Zira bu engelle sadece sekiz yılılk temel eğitim boyunca “özel açıköğretim”in engellenmesiyle kalınmıyor; örneğin “engelli” ya da “hâfızlık yapmak isteyen çocuklar”ın 8 yıllık temel eğitimden sonra “özel eğitim” almaları bile Bakanlar Kurulu’nun kararıyla belirlenme garâbetine gidiliyor!

Belli ki bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın “Kur’ân ve hâfızlık eğitimi” için dört yıllık ilk kademeden (ilkokuldan) sonra en azından bir yıl arayla fırsat verilmesi çağrısı nazara alınmamış; Diyanet’in 15-16 yaşına gelmiş çocuklara hâfızlık eğitimi ile ilgili metodolojiyi değiştirmesi, yaş ve pedagojilerine uygun şekilde yapılmasına bırakılıyor!

“TERCİHLİ DİN DERSİ” VE “ALEVİLİK DERSİ”?

Keza “zorunlu din dersleri”nin içinin doldurulması yerine kaldırılmasına yeşil ışık yakan, “seçmeli din dersleri”nde isteyenin istediği dini öğrenmesini öneren Bakan’ın, Talim Terbiye Kurulu’nun kararıyla “Kürtçe”nin yanısıra “Alevilik dersleri”nin olacağını belirtmesi, daha baştan “Aleviliğin İslâm’dan ayrı bir din” gibi algılanması tuzağına kapı açılıyor.

Bir diğer önemli noksanlık, Türkiye’de eğitimin temel sorununu teşkil eden “müfredat”ın henüz olmayıp, “yeni müfredat”ın daha sonra hazırlanacak olması. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin, genel din kültürü ve dinî kavramların verildiği, ahlâkî değerlerin öğretildiği, toplumsal sorumlulukların aşılandığı bir “değerler eğitimi” mantığıyla verilebileceğini belirten Bakan’ın, “gerçek anlamda din dersi”ni, “Müslümanın Müslümanlığı, Hıristiyanın Hıristiyanlığı, Musevinin Museviliği öğrenebildiği isteğe bağlı bir din dersi” târifinin anlamı bu.

Neticede “kanun” getirdiği bazı düzenlemeleri dahi yasal güvenceye almayıp hükûmetlerin ve Bakanlık bürokratlarının konjonktürel tercihine bırakmasıyla, ciddî kırılganlıklar taşıyor.

Anaokuldan liseye topyekûn eğitimin devletin kontrolüne verilmesinden, okula başlama yaşıyla devletin daha küçük yaşta çocukların geleceğini ipotek altına alıp, “temel eğitim” perdesinde resmî ideolojiye göre “zorunlu terbiye” etmesine ve bazı dev Millî Eğitim ihalelerinin denetim dışına çıkarılmasına kadar bir dizi yeni problemler getiriyor.

Bakan’ın tesbitiyle, “Sistemi ıslâh etmiyor, Millî Eğitim’in meselelerini çözmüyor, bazı ‘yapısal değişiklikler’den öteye geçmiyor.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*