AB yolunda samimîyet

Ülkemizin siyasî iradesi her ne kadar Atlas’tan öteye inisiyatifini kaptırmış ise de, kader mütemâdiyen mıknatısın ibresini AB’ye çeviriyor. Bütün gayretiyle birinci tezkereye asılmış ve ayaklarına takılan küçücük bir çakılla korkunç bir akîbetten kurtulmuş. İkinci tezkereyi de müttefiklerin ihtiyaç duymamalarıyla kazasız ve belasız atlatmış. Ve nihayet Kıbrıs meselesinin Rumların reyleriyle lehimize dönüp, AB inisifiyatifinin öne geçmesi, kader-i İlâhî’nin sevkinden başka bir şey olmasa gerek. Bir taraftan da AKP iktidarının şanslı olduğunu düşünüyorum. Reyini çok tehlikeli bir şekilde kullanmasına karşın, kader inisiyatifinin rizikolarıyla yüzyüze bırakmamıştır.

İşin başından beri AKP iktidarının AB’den ziyade Newyork’la işi götürmeye çalıştığını ve Brüksel yolunda samîmî olmadığı yazılıp çiziliyor. Burada, “Semavî dinlere savaş açmış” dinsiz, sefih ve barış karşıtı ikinci Avrupa’nın bizi istiskali, birlik içinde aleyhimizde çalışmaları da, “yenilikçilerin” ABD ile daha fazla içli dışlı olmasına yardımcı olmuş olabilir. Amerika’daki “ikinci Avrupalı’ların” AB birlikteliğini bozmaya yönelik çalışmaları gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Birliğe henüz yeni katılmış, ahlâkî seviyesi henüz yeni teşekkül eden, kanun hakimiyetine kavuşmamış ülkelerin Irak’ta, Washington ve Londra ile birlikte hareket etmelerini bir başarı olarak değerlendiren AB karşıtlarının hedefi dünyayı kaosa itmekten başka bir şey olmasa gerek. Vahşî ikinci Amerika’nın Afganistan ve Irak’taki katliâmlarını zafer telâkkî eden bu zihniyetlerle hükümetimizin maalesef hâlâ hulus-u kalple işbirliğe devamı, Müslümanların vicdanlarını sızlatıyor. Paul Wolfowitz’in enstitüsünde “SUNUMA” çıkan “Türkiye İslâmından”, Abdullah Gül’ün Londra Kuzen’i Kral Abdullah ile BOP’e taraftar olmalarına, Huntington’un “İslâm Âlemi Liderliği” elma şekerine kadar peş peşe günyüzüne çıkan projeler; New Yorklu’larla birlikte çalışmanın vehametini ortaya koyuyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Şark husûmeti İslâmı boğuyordu, zâil olmalı. Garp adâveti baki kalmalı” ölçüsünün maalesef dış politikaya hâlâ yansımadığını görüyoruz. Ayrıca; ilme, medeniyet ve ahlâka hizmetkâr “İsevî Avrupa” ile, “semavî dinlere düşman, ahlâksız, dinsiz ve tahripkâr ikinci Avrupa” tabirlerinin mânâlarının da hâlâ anlaşılmadığı bir vakıa. Efkâr-ı âmmeyi toptancılıkla iğfal eden Türkiye düşmanlarına karşı, Bediüzzaman Hazretlerinin tahlile dayanan fikirleri çıkartılmadığı müddetçe, zafer narası attığımız yerde bile bu dessas dinsizlerin diplomasisine mağlup düştüğümüzü görmeye devam edeceğiz.

Hem Amerika’da, hem de Avrupa’da dünya barışına, insanî değerlerin yükselişine ve yaşlı dünyamızın üzerindeki canlılarla birlikte korunmasına çalışanların, samîmî birer AB taraftarı oldukları gibi, ciddî birer savaş karşıtı olduklarını elbette biliyoruz. Amerika’nın içinde, cansiperâne Bağdat haramileriyle mücadele edenler olduğu gibi, AB içinde de başta Türkiye olmak üzere İslâm âlemiyle ittifaklar kurarak, dünyayı şu felâketlerden kurtarmaya çalışanların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. AB yolunda samîmî yürümek isteyen siyasîlerimizin evvelâ fikren sağlam bir temele dayanmaları icab ediyor. Birinci Avrupa ve İslâm âlemi karşıtlarının enstitülerinde hergün yüzlerce yeni fikir imal edilip piyasaya sunulurken, bizim hangi tezlerle onlara karşı çıkacağımız hâlâ belli değil. Günübirlik duruşlar maziyi nakzeden konuşmalar, tedirgin ve ürkek adımlarla AB yolu katedilemez.

AKP hükümeti demokrasinin zaafa düştüğü bir dönemde alternatifsizliğin rüzgârını ABD yolunda değil AB yolunda kullanmış olsaydı bugüne kadar doyurucu ve kalıcı meyveler elde ederdi. Milletin hüsnü zannı bir intizar halinde devam ediyor. IMF’nin yakın tarihimizdeki en sadık bendesi edasıyla bu iktidarın medyadan gördüğü aşırı destek de ayrı şanslılık değil midir? Halkın önünü açacak köşe yazarlarından STK’lara, dinî cemaatlerin önderlerinden üniversitelerdeki bazı ilim adamlarına kadar birçok kesim şu gidişatı hayra yormaya çalışsa da şu tozpembe tablonun çok devam etmeyeceğine dair yüzlerce işaret var. Hükümet yörüngesini biran önce AB’ye çevirip adaletli paylaşım ve meşverete dayalı mahfile yönelseydi mutlaka şu tedirginlikler bitecek ve gizli felâketlerden kurtulacaktık diye düşünüyoruz. Bugüne kadar yelkenlerini Atlas ötesinden gelen rüzgârlarla şişirip mahall-i maksûduna yetişmiş bir ülke bilmiyoruz. Fakat fukaralıkta bizden on kat aşağıda iken AB’nin himmetiyle bugün önümüze geçmiş birçok ülkeyi hepimiz biliyoruz. 3 Kasım’dan bu yana devamlı üzerinde durduğumuz husus AB yolunda ciddiyet ve samimiyet. Fakat maalesef Washington’u su yolu yapan hükümet üyeleriyle New York’taki modern ikna odalarında rehabilite edilen bürokratlarımızın bugünkü hâli AB hususundaki samimiyetlerine gölge düşürüyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*