AB´ye rest değil, ikna…

Türkiye’nin ABD eksenine ve çıkarlarına boğdurulan politikası, AB ile ilişkileri zora sokuyor. Ankara, demokratikleşme ve özgürlüklere dair reformları yapmak ve haklı tezlerini anlatmak yerine, AB’ye meydan okumakla oyalıyor.

Afganistan’a artık operasyonlarda ve devriyelerde kullanılan ek asker gönderen, Irak’ın işgaline havaalanlarını, limanlarını ve üslerini açıp her türlü desteği veren, Ortadoğu karmaşasında bir yandan İsrail’e “one minute” deyip savunma sanayii işbirliklerini ve milyar dolarlık silâh alımı ihâlelerini imzalayan AKP hükûmetinin, diğer yandan İsrail’in en büyük hâmisi ABD ile birlikte hareket edip her fırsatta AB’ye tavır koyması düşündürücü…

AB ülkeleri büyükelçilerine seslenen Başbakan Erdoğan’ın, AB Parlamentosu Genel Kurulu’nun raporuna karşı, “Bu AP’nin gözü kör müdür? Biraz gözlerini açsınlar, kulaklarını doğruya, hakikate açsınlar. Bu dilleri doğruyu, gerçekleri konuşsun” ta’rizi, bunun son örneği…

Zira aynı resti, Başbakan âdeta periyodik olarak tekrarlıyor. AB Parlamentosu genel kurulunun özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye aleyhine ağır ifâdeler ihtiva eden paragrafa itirazında yanlışı izâh yerine sert tepki vermekle iktifa ediyor.

AB Parlamentosu’nun Türkiye’nin Kıbrıs’tan asker çekip, Maraş’ı Rumlara açması isteğine mukabil hükûmet, Türkiye’nin özellikle Londra ve Zürih anlaşmalarıyla Kıbrıs’ta garantörlük hakkının olduğuna dikkat çekmek yerine, iç kamuoyu nezdinde “yakınmak”la yetiniyor. Türkiye’nin haklılığını anlatmak etmek yerine, Başbakan’ın tamamen seçmene yönelik “azarlama uslûbu”nü sürdürüyor…

“MEYDAN OKUMA” KAYBETTİRİYOR

Erdoğan aynı azarlama taktiğini, en son 2009 Türkiye İlerleme Raporunda limanların Rumlara açılması dayatması karşısında da göstermişti. Hükûmet, Annan Plânı’nı onaylayan KKTC’ye verilen vaadlerin tutulmadığını bildirmek yerine, sâdece “şikâyet”le kalmıştı.

İşin ilginç tarafı, AB’ye söz verilen demokratikleşme ve özgürlükler de sözkonusu “Kıbrıs” ve “limanlar” gibi haksız ve ilgisiz talepleri gürültüsüne getirilmesi çarpıklığı, Türkiye’ye kaybettiriyor…

Aslında AB Parlamentosu, AB ilerleme raporlarında tekrarlanan, “ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgesi”nde taahhüd edilen Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak, inanç ve ifâde özgürlüğünü temin edecek düzenlemeleri hatırlatıyor…

Ne var ki AKP iktidarı, başta “yeni demokratik anayasa” ve anayasanın antidemokratik ayrıklardan arınması, siyasetin demokratikleşmesi, inanç özgürlüğü, yargı reformu, düşünceyi ifâde hürriyeti olmak üzere, Türkiye’nin önünü açacak çabaları sürekli erteleyen ve bir başka bahara öteliyor. “Kıbrıs meselesi” gibi Türkiye’nin haklılığını AB nezdinde güçlü olarak ifâde edip “ikna etmeyi” başaramıyor…

Mesela “Leyla Şahin davası”nda Türkiye’de dayatılan yasadışı başörtüsü yasağının tamamen kanunsuz olduğunu ve devletin anayasal bir kurumu olan Diyanet’in fetva kararlarıyla “dinî bir vecîbe” olduğunu AİHM’e bildirmediği gibi. “Hükûmet savunması”nda tıpkı “yasakçılar”ın başörtüsünü “siyasî simge”, “laikliğe karşı” ve “gerginlik sebebi” olduğunu ilettiği gibi…

Kur’ân’ın âyetlerine ve Peygamberimizin hadislerine göre umumî bir musîbet olan depreme “İlâhî ikaz” denmesinin “suç” sayılıp yargılanmasını ve ceza almasını savunduğu gibi. Dinî özgürlüklerin, inanç ve ifâde hürriyetinin arkasında durmadığı gibi…

TÜRKİYE’NİN YAPMASI GEREKEN

Zira AB Parlamentosu, yalnız “Kıbrıs”ı değil, Türkiye’nin kapsamlı bir Anayasa reformunun hayatî ihtiyaç olduğunu vurguluyor. İnsan haklarını ve temel özgürlükleri güçlendirecek başta yeni anayasa olmak üzere hukukun üstünlüğünü sağlayan çabaları öneriyor.

Vakit geçirilmeden yargının köklü bir reforma tabi tutulmasını, AB normlarına uygun bağımsız yargıyı ve adaleti sağlayacak, yargı strtatejisinin uygulanmasını; buna bağlı olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun temsil gücünün objektifliğini, şeffaflığını ve tarafsızlığını güvence altına alacak düzenlemeleri de şart koşuyor.

Aslında AB Dönem Başkanı İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Joan Clos’un, “AB’nin gözü kör müdür?” tepkisine verdiği cevapta, “Türkiye’nin yapması gereken, daha çok lobi yapmaktır; bu bir ikna etme meselesi, emir meselesi değil” ifâdesi, her şeyi açığa çıkarıyor.

AB Parlamentosu, “Adadaki müzâkerelere katkı için” Türkiye’nin “barış gücünü çekmesi”ni ve Maraş’ı Rumlara açması”nı ileri sürüyor. Hükûmet, barış gücünün KKTC’nin güvenliğini sağladığını, AB müzâkere süreciyle bir ilgisinin olmadığını, AB karar mercileri nezdinde açıkça belirtmeli.

“Kıbrıs konusu”nun “AB şartı” olarak Türkiye’nin önüne konulmasının hakkaniyetle hiçbir ilgisinin olmadığını ısrarla ve ciddiyetle bildirmeli. Türkiye’nin haklılığını yılmadan her zeminde ortaya koymalı…

AB ve demokratikleşme samimiyeti bunu gerektirir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*