Abdülhamid’le geldiler, Kurtlar Vadisi’yle…

Ne ümitlerle geldikleri iktidardan; yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar, bir de yargısızlıkla gidecekleri kimin aklına gelebilirdi ki? Hem de şikâyet ettikleri ne varsa; örgüt, şebeke, hain, düşmanlara rahmet okunacak bir, beter oluşla…

Kuraldır; “El ceza ü min cinsil amel” her suçun cezası kendi cinsindendir.

Şimdi kendi kazdıkları kuyuya düşüyorlar.

Neyi söyledilerse, neden şikâyet ettilerse misliyle yaptılar.

Fakir’ül hâl yer sofrasında otururlarken, elde bir nişan yüzüğü gösterilip “Eğer bir gün duyarsanız zengin olmuş, bilin ki haram yemiştir” diyecek kadar idealist dâvâ adamları, bugün dünyanın sayılı zenginleri arasında gösterilmekte.

Din, cemaat, tarikat geliş sebepleri iken bugün, bu kavramların içinin boşaltıldığı, güven bunalımı yaşandığı, dinle araya mesafelerin girdiği bir miras bırakılarak dönüş hazırlıkları yaptırılmakta.

Mağdur edildiklerinde AİHM’e müracaat edip, bugün hak ihlâlleri karşısında bu yolu kullananlara “bizi el âleme şikâyet edip, memleketin itibarını düşürüyorlar” diyerek o yol gözden düşürülmüş ve dünyadaki itibarımızı sıfırlamış olarak gidiyorlar.

Yarım asırdan fazladır emek verdiğimiz AB kapısına geldikten sonra, “EYY Avrupa!” deyip asrın gerisine atarak gidiyorlar ki, AB düşmanlarını sevindirerek…

Dürüstlük ilkesini nazara vererek geldikleri günden bu yana yalan-dolan-talan bırakarak gidiyorlar ki, yüzsüzlük, yalancılık, dolandırıcılık özendirilerek baştacı edilip ahlâk haline getirildikten sonra…

Özgürlük diye gelip, iktidarın en ufak bir yanlışına (Ki hürriyettir) itiraz eden, eleştiren; öğrencisinden gazetecisine, vekilinden avukatına, ilim adamından avam tabakasına ayar vererek, cezalandırarak, memleketi açık bir hapishaneye dönüştürerek gidiyorlar…

Yaşlı nüfusla problem yaşayan Avrupa’ya karşılık, genç nüfusla övünen Türkiye’de yerine düzgün bir sistem getirilmeden dershanelerin kapatılmasıyla eğitimi yaz-boz tahtasına çevirip LYS, YGS gibi 19 yılda 16 kez değiştirerek, okumak isteyenleri yurt dışına kaçmaya zorlayan bir tablo bırakarak…

GELİŞLERİ MUHTEŞEMDİ, GİDİŞLERİ DE…

Uzun senelerdir kaynatılan Kürt meselesi için geldiklerinde, (12 Ağustos 2005) Diyarbakır’da konuşan Erdoğan; “Kürt sorunu ne olacak, diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur… Cumhuriyet ilkesi ve Anayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz” dedikten sonra, büyük bir kampanya ile yürütülen ve millete umut olan “çözüm süreci”ni, menfi milliyet hortlatmasıyla çözümsüzlük girdabına sürükleyip 6/7 milyon seçmeni olan (aile ile 20/25 milyon) bölge insanına terörist damgası vurarak gidiyorlar…

Sağlıkta devrim, bir çok ülkeye yardım yaptık, pandemi sürecinde tıbbî malzeme gönderdik, İsveç gibi kalkınmış ve sağlık problemlerini halletmiş bir memlekete, güya hastamıza bakmıyorlar diye ambulans uçağı gönderip show yaparken, kendi vatandaşına komisyon dedikoduları yüzünden aşı veremeyecek durumda dünyaya eli mahkûm gidiyorlar ki, o çok güvendikleri “sağlığı” da hasta ederek…

Ekonomide şaha kaltık, IMF’ye borç vereceğiz, (TÜİK verileriyle oynayıp) enflasyon tek hanelere indi, işsizlik neredeyse sıfırlandı gibi manipülasyonlarla Merkez Bankası’nı saraya bağlayıp, (demokrasilerde olmayan) çok kısa bir zaman zarfında dört tane başkan değiştirerek, faiz-enflasyon-döviz dengesiyle oynayarak, yüksek faizle swap anlaşmaları yapıp dış dünyaya paramızı itibarsız hâle getirerek ve kara gün akçemiz olan 128 milyar doları kaybederek gidiyorlar ki, ekonomiyi düze çıkarmak için çok acı bedelleri gelecek nesillere miras bırakarak…

Miras bırakılan o kadar çok şey var ki, yazmakla bitmez. Şimdi bizim yerimize kendileri konuşuyorlar/ konuşacaklar. Zira pandoranın kutusu açıldı.

Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Zulüm ile âbad olanın âhiri berbad olur.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*