Abdulkahir-i Cürcani (?-1079)

Arap dili ve edebiyatı alanında büyük bir şöhrete sahip olan Abdülkahir’in hayatı hakkında geniş bilgi mevcut değildir. Künyesi, Ebu Bekr Abdülkahir b. Abdürrahman b. Muhammed el-Cürcani şeklindedir. Yaşadığı zaman dilimi, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulup geliştiği bir döneme rastlar. Bu dönemin önemli kültür merkezlerinden birisi Cürcan’dır. Burada doğdu ve bütün hayatını da burada geçirdi. Şöhret bulduğu Arap dili ve edebiyatı alanındaki hocası Hasan el-Farisi’dir.

Eğitimini tamamlayıp ders vermeye başladıktan kısa süre sonra, şöhreti yayılmaya başladı. Şöhret olduktan sonra, kendisinden ders almak isteyen bir çok kişi Cürcan’a akın etmeye başladı. Dile olan hakimiyeti ve nazma yatkınlığından, bir çok kaside yazdı. Hakkında kaside yazdığı meşhur kişilerden birisi de Selçukluların en meşhur veziri Nizamülmülk’tür.

Abdülkahir, nahiv (sözdizimi) alanındaki üstün yeteneklerinden dolayı “İmamü’n-nühat” olarak şöhret buldu ve bu özelliğiyle tanındı. İran asıllı olmasına rağmen hiç Farsça eser yazmadı ve Arap dilini Arap mantığı ile ele almada muvaffak oldu. Araştırmacılar tarafından büyük dil alimi ve belagat şeyhi olarak kabul gördü.

Çalışmalarında, Kur’an-ı Kerimin belagatı ve icazı üzerinde durdu. Kelam ilminin önemli uğraş alanlarından olan “icaz” meselesi ve nazım konusunda önemli çalışmalar yaparak bu konuda eserler verdi. Kur’an-ı Kerim’in, akılları hayrette bırakan ve hayranlık uyandıran söz dizimi, nazmı, kelimelerin yüklendiği manalar çok sayıda araştırma ve incelemeye konu olmuş ve olmaktadır. Abdülkahir de nazım kavramı üzerinde yoğunlaştı. Kur’an-ı Kerim’in ifadelerindeki kusursuzluk, mana ve ahengindeki mükemmel uyumunu (fesahatini) tek tek kelime ve harfler üzerinde değil de, cümle tekniğinde bulduğunu ifade etti. Bu fikir ve düşüncelerini Delailü’l-İ’caz adlı eserinde dile getirdi.

İcazın, kelimelerde aranmaması gerektiğini ifade etti. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de yer alan kelimeler daha önce de Araplar arasında kullanılmaktaydı. Ona göre bir kaçı müstesna büyük bir kısmı aynı anlamlarında kullanılmışlardır. Her bir kelimenin sembolize ettiği bir mana zaten zihinde mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’in cümle tekniği ise muazzam bir icaz kazandırmaktadır. Dolayısıyla cümle tekniği üzerinde durulması gerektiğini ifade etti.

Abdülkahir’e göre, Kur’an-ı Azimüşşan’ın gerçek icazı fesahat ve belagatından kaynaklanmaktadır. Bu belagat ve fesahat nazil olduğu şekliyle muhafaza edilmiştir. Mükemmeliyeti nazmından kaynaklanmaktadır. İfadeler arasındaki düzen, mana ve üslubundaki uyum, nazmının mükemmeliyetini göstermektedir. Bediüzzaman, “ilm-i belagatin dahilerinden” dediği Abdülkahir-i Cürcani’yi Kur’an’ın belagatini anlamada bir otorite olarak kullanmıştır. Risale-i Nur’da Cürcani’nin bu yönünü tesbit eden şu satırlar, onu anlamayı kolaylaştıracaktır:

“Kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altınla yazılan en meşhur ediplerin “Muallâkat-ı Seb’a” nâmıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.

“Hem bedevî bir edip alt âyeti okunurken işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler: ‘Sen Müslüman mı oldun?’ O demiş: ‘Hayır, ben bu âyetin belâgatine secde ettim.’ (Asa-yı Musa, s. 112) Bunların devamında, ta o zamandan beri sürekli olarak muaraza meydanına davet edildikleri halde, mağrur ve enaniyetli ediplerin damarlarına dokundurup gururlarını kıracak tarzda ‘Ya bir tek sûrenin mislini getiriniz, veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz’ ilanatına karşı acziyetten ve çaresizlikten kurtulamadılar. Muannidler bir mislini getiremedikleri için kısa yolu tercih edemediler….’ muarazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyar etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir.

Risale-i Nur’da belagatta söz ve mananın yeri irdelenirken, Hariri ve Cürcani kıyaslanır. Edebiyat dahisi olan Hariri’nin lafza önem vererek kıymetli edebini lekedar ettiğinden bahsedilir. Cürcani, bu konuda Hariri gibi düşünmeyerek, Delail-i İ’caz ve Esrarü’l Belaga adlı eserinde belagatin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca Cürcani bu eserlerinde Hariri’nin yanlışlarını da belirterek bu konuyla ilgilenenler için ibretli ikazlarda bulunmuştur. Bediüzzaman bu tartışmada “Lâfızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır” (Muhakemat, 78) diyerek Abdülkahir yanında yer almıştır. Cürcani’nin Delailü’l-İcaz adlı eserini “Üslûb-u müzeyyen” şeklinde tanımlamıştır.

Eserleri

1- Delailü’l-İ’caz; Kur’an-ı Kerimin icazındaki mükemmeliyetin nazmından kaynaklandığını ifade eden eser. Bediüzzaman Hazretleri bu eser için “Cennatül- Firdevs gibi” şeklinde bir iltifata yer vermektedir (Muhakemat s. 68).

2- Risaletü’ş-Şafiye; Kur’an-ı Kerimin icazını elen alan eseridir.

3- Esrarü’l-Belaga; Belagat ve şiir konularını ihtiva eder

4- Avamilü’l-Mie; Gramer konularını ihtiva eder.

5- Kitabü’l-Cümel; Gramerle ilgili konuları işler.

6- Kitabü’l-Muktesid; Nahiv ile ilgili olarak Ebu Ali el-Farisi tarafından yazılan “el-Mugni” adlı otuz cilt eserin özeti mahiyetindedir.

Bunların dışında üç şairin şiirlerinin derlendiği , Kitab-ı Fi’t-tasrif ve Muhtarü’l-İhtiyar fi fevaidi miyarü’n-nüzzar adlı eserleri de mevcuttur (Nasrullah Hacımüftüoğlu; TDV. İA. C. I.).

Abdülkahir’i Cürcani, arkasında çok sayıda değerli eser bıraktıktan sonra, doğup büyüdüğü memleketi Cürcan’da 1078 veya 1079 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*