“Abdurrahman makamı”

Bu bir hasret olarak hayatında devam etti Bediüzzaman’ın…

Hep yanında olmasını arzu etti. Abdurrahman, Bediüzzaman’ın ağabeyi Abdullah efendinin oğludur.
Said Nursî Hazretleri esaretten dönüp İstanbul’a geldiği zaman, o da amcasının yanına gelmiştir.
Bediüzzaman, Ordunun teklifi ile bir uzman olarak “Darü’l-Hikmet-i İslâmiye”ye üye tayin edilmiştir.
İşlerine ve hizmetlerine bakmaktadır Abdurrahman.
Hem zekî bir talebe, hem fedakâr bir yoldaştır.

Esaret yılları biten Bediüzzaman rahat bir hayata kavuşmuş, meslekî hayatı ile ilgili vazifelerle iştigal etmektedir.

Ve Bediüzzaman’ın hayatını ilk kaleme alan Abdurrahman’dır.

Bu arada gönüllü alay komutanlığı yaptığı zaman başladığı harika tefsiri İşârâtü’l-İcâz’ın basımı için teşebbüse geçer.

Kâğıdını Enver Paşa temin eder.
Ve eser Arapça olarak basılır.
Matbaa ücretini vermek üzere Abdurrahman’ı görevlendirir.
Maaşını Abdurrahman muhafaza etmektedir.
Bediüzzaman matbaa masrafını gidip ödemesini ister Abdurrahman’dan.
Abdurrahman ağlamaya başlar.

“Amca, ben bu biriken paraları memleketimizde harap olan hanemizi yaptırmak için saklıyordum, sen ise meccanen dağıtacağın bu kitaplara veriyorsun.”

Said Nursî Hazretleri günümüze uzanan şu kelimeler ile cevap verir:

“Üzülme Abdurrahman, bir gün gelecek bizim her yerde evlerimiz olacak.”

Ve bugün Bediüzzaman’ın dâvâsının mensuplarını ve sevenlerini muhafaza eden nice mekânlar inşa edilmiş ve edilecektir.

Kader ağlarını örmektedir.
İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilir.
“Hutuvat-ı Sitte” adlı eseri ile Bediüzzaman bu işgale karşı koymuştur.
İngilizler “vur” emri verdikleri halde, her gün bir başka mahalde kalan Üstadı İngilizler bulamamıştır.
Ankara hükümeti, başta M. Kemal ve yakın milletvekili dostları ısrarla kendisini Ankara’ya dâvet ederler.
“Ben siper arkasında olmak istemiyorum“ diyerek bu teklifleri kabul etmez.
Daha sonra yapılan ısrarlı tekliflerden sonra önce yeğeni Abdurrahman’ı Ankara’ya gönderir.
Daha sonrada kendisi Ankara’ya gider.
Mecliste “hoşamedi” ile karşılanır.
Sadece devlet başkanlarına yapılan bir özel ilgi ile mecliste misafir edilir.
Abdurrahman işte bu atmosferde meclise kâtip olarak alınır, malûm şahıs tarafından.
Gayesi amcası ile olan alâkasını kesmektir.

Bir manevî âlemde âhirzamanda gelecek dehşetli şahsın faaliyetlerini takip eden Bediüzzaman on maddelik bir beyannâme yayınlar.

Bu beyannameden sonra milletvekillerinin namaza olan ilgileri artar. Mevcut mescid genişletilir.

Buna canı sıkılan M. Kemal:

“Buraya sizi çağırdık yüksek fikirlerinizden istifade edelim diye, siz namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilâf soktunuz” der.

Buna mukabil Bediüzzaman, iki parmağını uzatarak:

“Paşa paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduddur” der.

Bu sözlerden sonra paşa, Bediüzzaman’dan özür diler.

Hadis-i şerifte (meâlen): “O güne eriştiğinizde siyasî cihet ile ona mukabele edilmez. Ancak Kur’ân nurları ile mukabele edilebilir” sözüne uyarak Bediüzzaman Van’a gitmek üzere Ankara tren garına gelir, bu uğurlamada yeğeni Abdurrahman çok üzgündür.

Amcasından ayrılacaktır.

Ayrılış sebebini anlatır.
Ve malûm şahsı ortadan kaldıracağını söyler, fakat Bediüzzaman buna müsaade etmez.
“O öldürül(e)mez…” meâlindeki hadise ittibâen…
Ve bu son görüşmedir amca ile yeğen arasında.
Gözyaşlarını tutamaz Abdurrahman.
Bir daha da yüz yüze görüşemezler.
Ve Bediüzzaman her şeyden el çekerek Van’a döner.
Abdurrahman’ı bir ecnebî hanım ile evlendirirler.
Artık o amcası ile beraber kalan Abdurrahman değildir.
Giyimi değişmiş, hayatı değişmiş, bıyıkları bile badem bıyıklı hale gelmiştir.
Aradan yıllar geçer.
Abdurrahman Meclis’ten Sağlık Bakanlığı’na geçer.

Bediüzzaman ise Van’dan sürgüne gönderilmiştir. Trabzon, İstanbul, Antalya istikametinde deniz yoluyla Burdur iline getirilerek mecburî ikamete tâbi tutulmuştur.

Bir müddet sonra Isparta’ya, oradan da Barla nahiyesine sürgün edilir. Barla’ya bir kış günü sürgüne giderken kayıkçı, jandarmaya sorar:

“Bu zatın ne suçu var da buraya sürdüler?”
Jandarma:
“Bu zat Ankara’ya kafa tutmuş ondan.”
Kayıkçı durumu anlamıştır.
Barla’da Risâleler telif edilmeye başlanmıştır.
Matbaada bastırılan Haşir Risalesi’nden bir miktar yeğenine gönderir Bediüzzaman.
Onuncu Söz’ü okuyan Abdurrahman’ın dünyası değişmiştir.
Barla Lâhikası’nda geçen mektubunda:

“Çıldıracaktım amca, Allah senden razı olsun, telif edilen risalelerden bana gönder, ben yazıp çoğalttıktan sonra size gönderirim” der.

Bu haberleşmeden kısa bir müddet sonra Abdurrahman’ın vefat haberi gelir Barla’ya.
Bediüzzaman çok üzülmüştür.
Ve Abdurrahman’ın iman ile kabre gittiğini belirtir mektupta.

Abdurrahman’ın bir oğlunun yıllarca TRT’de Türk Sanat Müziği korosunda çalıştığını, 1984’te Necmettin Şahiner bana anlatmıştı. Adı Selçuk Sipahioğlu’dur. Şu an her halde emeklidir.

Görüşme talebini de defalarca reddettiğini söylemişti…
İşte bu bir hasret ve iştiyak halinde Üstadın hayatında yer etmiş idi; Abdurrahman makamı.
Bunu muhtelif mektup ve bahislerde dile getirir Bediüzzaman.
Ve bu sistemde “Zübeyir’i Abdurrahman yerinde kabul ettiğini” Şuâlar’da dile getirmektedir.
Ve gerçekten Zübeyr Gündüzalp de ömrü boyunca hayatı ile bunu imza etmiştir.
Şimdi ise “binlerce Abdurrahman” bu hizmetin fedaisi olmuşlardır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*