Acbüzzeneb nedir?

Suâl:

Hadis-i Şeriflerde insanda acbüzzeneb denilen bir cüz’ün toprakta çürümediği ifade ediliyor. Haşirde acbüzzeneb üzerine insan bedeninin inşâ edileceği söyleniyor. Bazı âlimler de günümüzde acbüzzeneb denilen o cüz’ün hücrede bulunan ve genetik şifrelerimizin kaydedildiği DNA ve RNA gibi bölümler olduğunu söylüyorlar. Bu noktada acbüzzeneb denilen kavramı nasıl tarif edeceğiz?”

Cevap:

Acbüzzenebin varlığı kesin. Çünkü bu konuda sahih hadis var. Ancak mahiyeti bizce meçhul. Yani nedir acbüzzeneb, tam olarak net bir tanım yapamıyoruz. Selef âlimleri kuyruk sokumunda insanın yok edilemeyen ve toprak tarafından çürütülemeyen bir cüz’ü olarak tanımlamışlar. Günümüz âlimleri ise hücre içindeki genlere bakarak DNA gibi insanın bütün bilgilerini ihtivâ eden bir takım zerrelere acbüzzeneb demişler. Belki gelecekte bazı keşifler yapılacak, RNA denecek, Takyon hücreleri denecek vs. İşte bu da acbüzzenebin mahiyetinin tam olarak bilinemediğinin açık bir delilidir. Zirâ yeni ilmî keşiflere göre acbüzzeneb kavramı tanım değiştiriyor.

Üstad Hazretleri de acbüzzeneb kavramını “eczâ-i esasiye ve zerrât-ı asliye” olarak tanımlamış. Fakat yine de, “eczâ-i esasiye ve zerrât-ı asliye” denilen şey nedir, mahiyetini tam olarak bilmiyoruz. Çünkü meselenin ahirete bakan yönü var ve biz bu dünya şartları içinden âhiret âlemlerinde meydana gelecek muazzam hadiseleri kavramaya çalışıyoruz. Üstad’ın tâbiri ile, Hikmet dünyasından Kudret dünyasını anlamak için uğraşıyoruz. İşte mühim zorluk burada. Çünkü dünyevî akıl ile uhrevî haller kolay kolay kavranmaz. Acbüzzeneb de doğrudan ahirete bakıyor. Zira bu tohum ahiretteki cismimizin temel zerreleri hükmünde. Evet, acbüzzenebin mahiyetini tam olarak bilmiyoruz, ancak her şeye rağmen bu konuda bir şeyler söylemek de mümkün. Konu ile ilgili Risâle-i Nur’da geçen bazı ifadelerden istifade ederek birkaç hususa dikkat çekmek istiyoruz.

Birincisi: Acbüzzeneb meselesi bu dünya şartlarında haşir hakikatini anlamaya çalışan insanları irşat için söylenmiş bir hakikattir. Yani biz insanların ‘Haşir nasıl olacak?’ diye sordukları fıtrî suâle:

“İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesedleri çürüyor, fakat insanın cesedinden, bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak acbü’z-zeneb tâbir edilen küçük bir cüz’ü bâkî kalıp, Cenâb-ı Hak, onun üstünde cesed-i insanîyi haşirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir” tarzında cevap verilmiş. Üstad bu cevabı, ‘İşte, umuma imân lâzım olan haşrin mertebesi’ olarak tanımlıyor. Ve “İşte bu mertebe o kadar kolaydır ki, her baharda milyonlarla misâli görülüyor” diye bir ilâve yaparak insanların haşir konusunda nasıl irşat edildiğini bizlere bildiriyor.

İkincisi: Ahiretteki insan cismi bu dünya şartlarındaki cisim olmayacaktır. Ahirette nasıl ki hayat terakkî edecek, taş toprak bile konuşma seviyesine çıkacak, aynen öyle de ruha arkadaş olan insan cismi de o derece terakkî edecektir. “Elbette nuranî kayıtsız, geniş ve ebedî olan cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal sür’atinde” sırrınca insan cismi ruh kuvvetine ve hayal sür’atine kavuşacaktır.

Öyle ise acbüzzeneb denilen esas zerrelerimiz bu dünyaya bakmıyor. Belki ahirete bakıyor. Belki de ahiretteki cismimizin zerrelerini ihtivâ ediyor bu acbüzzeneb. Yani başka bir deyişle bu zerrelerimiz ahiret hayatına uygun hale gelmiş olan zerrelerimizdir. Elbette ki, ahiret hayatındaki zerrelerimizi de bu dünyanın toprağı çürütemez. Bu dünyanın ateşi o zerrelerimizi yakamaz. Bu dünyanın atom bombası bile o zerrelerin mahiyetini bozamaz. Çünkü bu zerrelerimiz nurânîdir. Ahirete aittir. Ruh kuvvetinde ve hayal sür’atindeki cismin zerreleridir bunlar. Peygamberlerin aslî zerreleriyle birlikte bütün vücutlarındaki diğer zerreler de ahiret hayatına uygun, yani ruh sür’atinde hareket eden cisimler olduğu için, bu dünyada peygamber cisimleri çürümez. Bu cisimleri ateş yakamaz, su boğamaz.

Üçüncüsü: Acbüzzeneb tabirinde lâtif bir işaret vardır. Zira acbüzzeneb kuyruk sokumu anlamına gelir. Kuyruk mânâsı ise ordunun borazanı şeklinde bir cismi hatıra getirir. Yani kuyruk, ordu borazanına benzer. Ordu borazanı ise İsrafil’in Sur’una benzer. “Evet, İsrâfil’in borusu olan Sûr’u, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken ezel cânibinden gelen ‘Elestü Bi Rabbiküm’ hitâbını işiten ve ‘Kalû Belâ’ ile cevap veren ervâhlar, elbette ordunun neferâtından binler derece daha musahhar ve muntazam ve mutîdirler” sırrınca aslî zerrelerimiz İsrafil’in borusu içinde muhafaza edilebilir. Bu konuda günümüz bilim adamları, her insana ait bir tünelin olduğunu keşfetmişler. Belki de bu tünel aslî zerrelerimizin saklandığı veya bütün kayıtlarımızın tutulduğu İsrafil’in borusu olabilir. Acbüzzzeneb tâbiri de bu boru misâli ile çok güzel bir uyum gösteriyor. Bu bir tahmin elbette, doğrusunu ancak Allah bilir.

Dördüncüsü: “Evet, dünya dârü’l-hikmet ve âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettîb, Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizâsıyla dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezâsı olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyâde kudret ve rahmetin tezâhürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşâ ediliyor” sırrınca ahirette cisimler birden, zamansız, maddeye ihtiyaç olmadan inşâ ediliyor. Belki de acbüzzeneb insanın ahirete bakan mânevî bir sûretidir ki, Kudret-i İlâhî bu sûreti bir anda cisimlendirir ve haşir meydanına çıkarır.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. hiç böyle seyler duymamıştım daha önce saqolsun din kültürü hocamız muhammet hoca sayesinde kendimi her gün biraz daha Allaha yakın hiissediyorum…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*