Açıkça Ayasofya

Yazı başlığımız iki mâna taşıyor:

Birincisi: Ayasofya açık, ama tam bir cami vasfına büründürülmediği ve “müzahrafat”tan tam arındırılmadığı sürece “açıkça”, yani açıkmış gibi duracak.

İkincisi: “Açıkça ifade etmek gerekirse, aslında, fakat, acaba, neler oluyor, vesaire..” gibi sosyal medyada uçuşan siyasî ve şüpheli yaklaşımlara tercümanlık eden bir kelimedir, “açıkça”. Haydi biz her şeye rağmen pozitif mânada açıkça ifade edelim ki, artık bu işin hafife alınacak bir noktası kalmamıştır. Danıştay kararını vermiş, 1930’lu yılların köhne kararını iptal etmiş, sayın Cumhurbaşkanı da (eski zikzaklı ifadelerine rağmen) yepyeni turfanda ve güzel kararını vermiştir. Dış dünyadan olumsuz tepkilerin gelmesi de, içerideki farklı mülâhazalar da, artık geriye adım attıramaz, hatta siyasetçinin (varsa) gizli niyeti de bu güzelliğe gölge düşüremez. Lâkin bu heyecan ve sevincimizin, bazı gerçekleri de gölgelemesine izin vermemeliyiz.

AYASOFYA’YA AÇIK OLMAK

Bu ikinci başlık da iki mâna taşıyor:

Birincisi: Yaklaşık beş yüz yıl cami vasfını taşıyan, sonra haksız ve hukuksuz bir kararla müzeye çevrilip ibadete kapatılan Ayasofya’ya (yeniden ibadete) “açık olmak” yakışır ve yakıştı. Bize ve bilumum Müslüman toplumlarına da bunu sevinçle karşılamak ve açanları alkışlamak yakıştı.

İkincisi: Bize cami olarak kapılarını açan Ayasofya’ya biz de “açık” olalım. Sinsî niyetlerden ve gizli ajandalardan uzak duralım. Bilhassa hüküm sahipleri kalp ve vicdanlarıyla hakka, hukuka ve adalete açık olsunlar. Açık olsunlar ki Ayasofya da gerçek cemalini bütün ihtişamiyle bize göstersin.

Ayasofya’nın 1934 yılında ibadete kapatılmasından son derece muzdarip olan Said Nursî Hazretleri, bu ıztırabını her vesileyle dile getirmiştir.

Açılması yönünde fiilî ve kavlî duâlarını hiç eksik etmemekle beraber, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra da bu hususta en ciddî alâkayı yine Bediüzzaman ve talebeleri göstermiştir.

Ayasofya’yı yeniden ibadete açma güzelliğine paralel olarak kalp ve akıllarımızı da dinin emirlerine, iman ve Kur’ân hakikatlerine açabildiğimiz ölçüde gerçek açılışları ve açılımları, milletçe soluklayacağımız bayramları ve gerçek fecirleri hep beraber görür ve yaşarız inşaallah.

Peygamberimizin (asm) müjdesini doğrulayan fethe mazhar olan genç Fatih Sultan Mehmed ve onun askerleri ve de İslâmiyeti hayat felsefesi yaparak fethe liyakatini gösteren topyekûn bir millet, 567 sene önce Ayasofya’ya lâyık olduğu hüviyeti kazandırmış ve Ayasofya da onların gönüllerinde taht kurmuştu. Fetih ile sadece şehir değil, gönüller de fethedilmişti.

İstanbul’un ikinci defa fethedileceğine işaret eden Hadis-i Şerif’ler olduğuna göre, Ayasofya’ya yeniden cami vasfı kazandırılarak İstanbul’un manen yeniden fethi noktasında Müslümanlara bir şans daha tanınmış demektir.

Yani, “İstanbul muhakkak fethedilecektir, onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır” Hadis-i Şerif’indeki “güzel” sıfatı sadece Fatih ve askerlerine münhasır kalmayıp, manen geçmişi ve geleceği de kapsamaktadır. Ta sahabe zamanından Fatih’e kadar, İstanbul’un fethi için gayret gösterenleri kapsadığı gibi, gelecekte de İstanbul’un manevî fethinin muhafazasına çalışanları da kapsar. Manen düşmüşse, yeniden manevî fethinde gayret gösterenleri de, Ayasofya’ya yeniden cami vasfını kazandıranları da ve kıyamete kadar muhafazasına çalışanları da kapsar.

Ne mutlu onlara ki, güzel Peygamberimizin (asm) güzel lisanındaki “güzel” sıfatına mazhar olurlar. Başka geçici, dünyevî ve siyasî emellerine âlet etme bedbahtlığına düşmezler inşaallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*