EURONUR ÖZEL

Acılar Neden Bitmez Gibi Hissedilir?

Özel Makale / acılar

Marika büyük adada doğmuştu. İlk gençlik yıllarında ailesiyle birlikte Yunanistan’a taşınmışlardı. Orada üniversiteye başlamış, ardından Londra’ya gitmiş ve orada yaşamaya başlamıştı. Türkçesi aksanlıydı ama anlamaya engel olmayacak kadar tatlıydı. Nisan ayında bir kongrede Azra ile tanışmışlardı. Önce yemeklerden, sonra İstanbul’dan, kültürlerden bahsetmişlerdi. Konular derinleştikçe insan ruhunun acıları ve hayatın anlamı gibi meseleler de konuşulmaya başlamıştı.

Bir gün oturdukları bir kafede, Marika hafifçe iç geçirerek sordu:
“Azra, sence bazı acılar gerçekten geçer mi? Yoksa sadece unutmuş gibi mi yaparız?”

Azra bu soruya cevap vermeden önce düşündü. Sonra cebinden bir not kağıdı çıkardı ve şu cümleyi okudu:
Geçmiş zamanın musibetleri, düşünmekle elemlerini tekrar tekrar gündeme getirmemek şartıyla lezzetli birer rahmet olur.

“Bunu Risale-i Nur okumalarımdan çıkardım. Eğer bir musibet bugün hâlâ canını yakıyorsa, onun içindeki rahmeti henüz kavrayamamışsın demektir.” dedi Azra. “Risale-i Nur’da anlatıldığı gibi; acılar geçmişte kalır ama bakış açımız onları ya nimet ya da yük hâline getirir.”

Marika başını eğdi: “Londra’da geçirdiğim ilk yıllarda çok yalnız kaldım. Herkes başarımdan söz ederken ben kendi içime kapanıyordum. Dışarıdan güçlüydüm ama içten içe tükeniyordum. Sanırım depresyondu ama o zaman bunu kabul edemiyordum.”

Azra, depresyonun üç temel sebebine dikkat çekti:
“Bunları modern psikoloji de söylüyor ama asıl çözüm noktalarını Risale-i Nur’da buluyorum. Birincisi, hayatı sadece sonuçlara endekslemek. Yani başarıya ulaşamayınca yetersizlik hissi başlar. Oysa hayatta asıl değer süreci nasıl yaşadığımızdır.”

Marika ekledi: “Benim hatam da buydu. Kendime sürekli ‘başarmalısın’ diyordum. Ulaşamayınca da çöktüm.”

Azra devam etti: “İkincisi ise benmerkezci düşünce. Hep takdir, ilgi beklemek. Bu da doyumsuzluk yaratıyor. Üçüncüsü ise sürekli gelecek kaygısı taşımak. Henüz yaşanmamış şeyler için bugünden üzülmek, zihni ve ruhu yıpratıyor.”

Marika, başını salladı. “Hepsi bende vardı. Sanki bugünü yaşamıyordum, sadece olabilecek felaketleri hesaplıyordum.”

Azra tekrar Risale’den alıntıladı:
“İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” (Sözler)

“İman varsa, iç huzur vardır. Çünkü insan Allah’a teslim olunca içinden şu cümle yükselir: ‘Benim başıma gelen her şeyde bir hikmet (Allah’ın her şeyi bizim faydamıza yapması) vardır.’”

Marika: “Teslimiyet bana yabancıydı. Ama sonra şu ifadeyi okudum:
İmana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selâmette kalasın.” (Mesnevi-i Nuriye)

“O gün bazı şeylerin anlamı değişti benim için. Geçmişime düşman olmak yerine, ondan ders çıkarmaya başladım.”

Azra ise meseleyi daha temele indirdi:
“Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır.” (Mektubat)

“Yani olay ya bizzat güzeldir ya da neticesi itibariyle güzeldir. Gül, bizzat güzeldir; gübre ise neticesi itibariyle.”

Acılar ve Sıkıntılar Neden Var?

Marika düşündü: “Demek ki başımıza gelen sıkıntılar da bizim için birer dönüşüm vasıtası. Belki sabrı, belki tevekkülü, belki şükrü öğrenmemiz için.”

Azra:
“Sabır üçtür: Musibet zamanındaki sabır, ibadet üstündeki sabır, günahlara karşı sabır.” (Sözler)
“Musibete sabır, en zorudur çünkü insan kaderi suçlamaya meyillidir.”

Marika bir süre sessiz kaldı. Çevresine bakarken dudaklarından şu cümle döküldü: “Ben şimdiye kadar hayatımın yükünü yalnız taşımaya çalışmışım.”

Azra bu sözlere karşılık olarak Risale-i Nur’dan bir cümleyi hatırlattı:
“İnsanlar, hayvanlar gibi mevcudat başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîmin nazarındadırlar.”  (Sözler). Yani misafir olduğunu bilen bir insan, sıkıntılara değil; o sıkıntıların sahibi olan Kudret’e yönelir dedi.

Marika, ilk defa başına gelen olayları sorgulamaktan çok, içindeki anlamı bulmak için gayret etmeye başladığını söyledi.

Azra: “İnsanın kendi iç âlemini tefekkür etmesi, bazen dış dünyadaki bin sohbetten daha fazla iz bırakır.”

Sonra birlikte okudukları bir cümleyi yüksek sesle tekrar ettiler:
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni intaç eder.” (Sözler)

Bu silsileyi anlamak, insanın ruhsal yapısını sağlamlaştıran en temel ilkedir.

Marika: “Artık dualarım değişti. Ne olacak diye sormak yerine, içimde neyi inşa ediyorsun Rabbim, demeyi öğrendim.”

Azra ise, her insanın kendi kaderiyle özel olarak muhatap olduğunu ve bu muhataplığın içinde ihmal değil, ihsan bulunduğunu hatırlattı.

Son olarak birlikte şu cümleyi mırıldandılar:
“Celali bir tecelli içinde cemâlî bir hikmet gizlidir. O bilir.”

Çünkü artık biliyorlardı ki, her acı bir rahmetin habercisi olabilirdi; yeter ki gözlük şeffaf ve doğru seçilsin: “İman gözlüğü.”

Benzer konuda makaleler:

Deniz Pamir

Satırlarında kainatın sırrını arayan bir kalem… Kelimeleri, hikmetin derinliklerinden süzülen bir nur gibi, zihinleri aydınlatır ve kalpleri ferahlatır. Her cümlesi, mahlukatın ince nakışlarından Halık’ın sonsuz rahmetine bir davetiye gibidir. O, fani sözcüklerle baki hakikatlere köprü… Devamı »

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu