Açılım ve Medresetü’z-Zehra

Son zamanlarda terörün azdığına şahit oluyoruz. Hakkâri-Şemdinli’de, Diyarbakır-Silvan’da ve İstanbul-Halkalı’da askerlerimiz şehit oldu ve bir kısmı da yaralandı. Meydana gelen bu üzücü hadiseler devlet erkânını, iktidarı, muhalefeti ve askerî erkânı bir araya getirerek çözüm yollarının aranmasına sebep olmuştur.

26 yıllık terör tecrübesi olan bir ülkenin hâlâ terörü bitirememesi, bu konunun bir kere daha ciddî mânâda ele alınmasını gerektirmektedir. Bu ele alınış sırasında, Güneydoğu insanı ile PKK’yı aynı kefeye koymamak gerekiyor. İnisiyatifi PKK ve yandaşları ele geçirmiş gibi bir imaj vermeye çalışıyorlar, ama işin aslı öyle değil. Fakat işin bu noktada olması, meselenin ciddiyetinden taviz verilmemesini gerektirir. Ciddî tedbirler alınmasını gerektirir. Çünkü bu konunun, daha 1997 yıllarında Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde neredeyse sıfırlanma noktasına indiği görülmüştür.

Terörün en büyük hedefi, toplumda panik havasını yaygınlaştırmak ve bununla hedefine ulaşmaktır. Bu konuda soğukkanlı davranılmalıdır. Medyada panik havası estirilmemesi noktasında sorumlulara çok görevler düşüyor. Birilerinin yaptığı, Giresun, Tokat, Hakkâri, İstanbul ve Tunceli illerinde meydana gelen olayları Türkiye geneline yaygınlaştırma hareketleridir. Akl-ı selim ile hareket edilmelidir. Geçmişten ibret alınırsa, panik ortamının yaygınlaştırılması ve Türkiye sathına yayılması sebebiyle ihtilâle zemin hazırlamak isteyenler bile olmaktadır. Bundan ders alınmalı.

Açılım denen şeyin Güneydoğu insanının ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için Bediüzzaman’ın yıllar önce başlattığı ve en büyük ideallerinden biri olan, doğuda tesis etmek istediği Medresetü’z-Zehra isimli üniversite projesi de göz önünde bulundurulmalıdır. Bediüzzaman, bu husustaki teklifini proje hâline getirerek 1908’de İstanbul’da Sultan II. Abdülhamid’e bizzat takdim etmek istedi, ama önüne konulan bürokratik engelleri aşamadığı için bu mümkün olmadı. Ancak Bediüzzaman yılmadı. Sultan’ı deviren 31 Mart olayını müteâkiben haksız ithamlarla yargılandığı sıkıyönetim mahkemesinde beraat ettikten sonra gittiği şarkta aşiretleri dolaşarak bu projeyi halka mâl etmeye çalıştı. 1911 yılında bizzat kendisi Sultan Reşad ile görüştü ve Medresetüzzehrâ’nın inşâsı için kendisinden söz aldı. 1913 yılında bu üniversitenin temelini attı, fakat I. Dünya Savaşı münasebetiyle bu projenin tamamlanmasına imkân bulamadı. 2 Mart 1923 tarihinde Ankara’da yeni kurulan Büyük Millet Meclisi’nde Medresetüzzehrâ hakkında kanun teklifi verildi, 200 mebustan 163’ünün rey vermesiyle kanun teklifi kabul edildi, ancak yine de üniversitenin inşâsı gerçekleşemedi. Bediüzzaman, üniversite projesi için şöyle diyordu: “Camiül-Ezher’in kızkardeşi olan Medresetü’z-Zehrâ namıyla darülfünunu mutazammın (üniversiteyi içine alan) pek âlî bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini istiyoruz.”

Bu projenin içeriği dikkatle irdelenmelidir. Bu projenin vizyonu, aklın vicdanla desteklendiği bir eğitimle uluslar arası normlar oluşturan bir üniversite olmaktır. Misyonu; bilim ve eğitimde uluslar arası ortak normlara sahip, inanç farklılıklarına saygılı, kendi ülkesinin gerçeklerine duyarlı bireylerle, insanlığın mutluluğuna hizmet etmektir.

Bu darülfünun hem İran, hem Arabistan, hem Mısır ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu’nun merkezinde bir kalp hükmündedir.

Bu projenin, “medeniyetler ittifakı”nın zeminini oluşturacağı gerçeğini de unutmamak gerekir. “O dönemde medrese, tekke ve modern mekteplerden yetişenler arasında uçurumlar oluştu. Sadece din eğitimi alanlar ayrı bir dünya, modern ilim verilen yerlerde eğitim görenler ayrı bir dünyaydı. Bediüzzaman’ın projesi, bütün bu sorunları izale edecektir.”1

Dipnot:

1- Yeni Asya, 31.3.2001

 

HALİL ELİTOK / Emekli İl Müftüsü

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*