Aday, adam ve adak

Dünya işlerinde, toplum ve siyaset alanında çeşitli hizmetler için aday aranır, aday bulunur veya aday olunur.

Ama öyle büyük ve muazzam dâvâlar var ki; aday olmadan önce adam olmayı, hatta icabında “adak” olmayı, yani o yolda kurban olmayı bile icap ettirir.

Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Hazreti Ömer’e (ra), oğlu Abdullah’ın halife olması teklif edilince, o şöyle demiştir:

“Eğer bu iş güzel bir iş idiyse biz zaten buna eriştik. Ama eğer bu iş zor ve dayanılmaz bir iş ise-ki öyledir-bir evden bir kurban yeter.”

Bu ve bunun gibi örneklerle dolu tarih adesesinden günümüze ve bizi en yakından alâkadar eden dâvâmıza bakalım. Adak olacak derecede adam arayışında adaylık meselesinin ne mânaya geldiğine hep beraber göz atalım.

Dünyevî ve siyasî maksat taşımayan bir hizmete, hatta uhrevî ve manevî kazanç sağlamak maksadına da matuf olmayan bir dâvâya hizmetkârlık adına adaylar aranırken, hatta aynı zamanda aday olmak arzusunda olanlara da şahit olunurken; naçiz kalemimiz de bu bapta yazmaya aday bir eda ile, o büyük dâvanın naşiri olan bu gazetede fikir serdediyor, sizden aldığı bir cesaretle..

Şurası da unutulmamalı ki, hak dâvâ uğruna kurban olmaya hazır olanlar daima Cenab-ı Hakk’ın koruması altında olmuştur.

Madem ki, Resul-ü Ekrem (asm) “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuş..

Madem ki, ilk dedesi Hz. İsmail’i kurban olmaktan kurtaran koçu, Rabbülâlemin Cebrail (as) ile göndermiş.. Ve babası Abdullah’ın kurban edilmekten kurtarılmasına karşılık yüz devenin kurban edilmesi, yine Rabbülâlemin tarafından kabul görmüş..

Demek ki, Hak ve hakikat dâvâsına kurban olmaya hazır olanları Cenab-ı Hak her zaman korumuştur, korumaktadır.

Merhum Ali Ulvi Kurucu, Üstad Said Nursî Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayat kitabı için özel bir ilham ve iştiyakla kaleme aldığı önsözde şöyle diyor:

“Ben bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tetkik edip de o nur âleminde hissen, fikren ve ruhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin bir beytiyle, çok derin bir hakikati ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakk’a zor gelmez.”

Hem diyor ki: “İslâm, bugün öyle mücahidler ister ki dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”

Ve yine diyor ki:

“Tarih öyle büyük insanlar kaydeder ki birçok büyükler, onlara nisbetle küçük kalır.”

İşte harikulâde vasıflarla mümeyyiz Üstad Bediüzzaman’a bakınız ki, yeri gelmiş ve münasebet hasıl olmuş, şöyle ilân etmiştir:

“Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübarezede iki harple meşgulüm. Tek hayatlı olan adam meydanıma çıkmasın.”

Bu sözleri de; bid’alara giren bazı şeyhleri ve hocaları tenkid etmesine karşılık, “onların içinde bazı evliyalar da vardır, onları böyle tenkid etmek senin için iyi olmaz” şeklinde hatırlatmada bulunanlara beyan etmiştir. Üstadın bu beyanında aslında bir mâna daha saklıdır. O da şudur: Ahirette zararıma olur korkusuyla, hakikatı beyan etmekten çekinmem. Zaten bundan dolayı da zarar gelmez, korkmayın..

Son olarak, Üstad’ın kendisini Kur’ân ve iman dâvâsına adamışlığının, (bizim ölçücüklerimizle tartılamaz olan) derecesine bakalım:

“Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*